Cuma

Kötülüğü Anlamak II: Kötülüğe Övgü

Kötülüğü anlamak insanı anlamanın yarısıdır. Kötülük; karşıdakine zarar vermek amacıyla yapılan eylemin adıdır. Yani kötülük aslında yalnızca eyleme döküldüğünde gerçekleşmiş olur. Kötü olarak nitelendirdiğimiz insanlar artniyetli düşüncelere sahip oldukları için değil -ki böyle düşünceler istisnasiz her insanda ortaya çıkar- bu düşünceleri eyleme dökmekte sakınca görmemiş olmalarından kaynaklanır. Bu basit gerçeği baştan ortaya koyduğumuza göre, kötülüğün kendi kendine varolan bir 'şey' olmadığını teslim edebiliriz. Kötülük bir fenomen, kendini görünür kılan şeydir; ama bu fenomenin ardında yatan göze görünmeyen nedenler ve sonuçlar zinciri yatmaktadır. Heidegger'in verdiği örneklerden birini kullanmak gerekirse, kötülük; bir hastalığın göstergesi olan ateş gibidir, ama aslında hastalığın nedeni ateş değildir. Kötülük; bir takım yaşantılardan ve duygu durumlarından beslenen ve içimizdeki karanlık köşelerden arada sırada korkunç başını uzatarak yeryüzüne çıkan bir canavara benzetilebilir.. Günlük deneyimlerimiz göstermiştir ki, ne kadar bu canavarı saklamaya çalışırsak çalışalım, ya da Freudiyen bir tabirle ne kadar güçlü bir süperegomuz olursa olsun, o kendini şu ya da bu şekilde açığa vuracaktır.

Ancak kendi kendine varolan orijinal bir kötülük varsayımında bulunmak yanlış olacaktır kanımca. Evet, evrim kötü davranışları bugüne kadar elemediğine göre, bunların insanın hayatta kalma mücadelesinde bir yeri olduğu kesin. Antik Yunan mitolojisinde belirtildiği gibi, kötülüğün hiç olmadığı, henüz Pandora'nın Kutusu'nun açılmadığı, altın bir çağ diye bir zaman dilimi hiç olmadı. Aldatma, kandırma, hırsızlık ve öldürme gibi davranışlar sadece insanda değil, bir çok memeli türünde ortaya çıkar. Bu noktada biz insanlar yalnız değiliz. Ne var ki, bir eylemin kötülük olabilmesi için failin özbilinç sahibi olmasi şarttır. Bir aslanı antilopları avladığı ve öldürdüğü için kötü bir aslan olarak yargılayamayacağımız gibi, sözgelimi, bir bebeğin saçımızı çektiği için kötülük yaptığını söyleyemeyiz. Sonuçta, bir aslanda ya da bebekte artniyet denilen bir düşünce biçimi hayat bulamaz. Artniyet, artdüşünce ve bunların açığa çıkarıldığı kötülük eylemi yalnızca kendi edimleri üzerine düşünebilen, diğer bir deyişle, özdüşünümsel (self-reflexive) hareket edebilen belki de tek canlı olan (2 yaşını geçkin) Homo sapiens'e ait özelliklerdir. Dolayısıyla, kötü (ya da iyi) olabilen tek canlı da insandır. İyi ve kötü diye kategoriler yaratan, iyiyi öven, kötüyü yeren toplumsal bir düzen oluşturmaya çalışan insan -ki burada din kurumu üzerinde uzun uzadıya durulabilir- bu yüzden ahlaki bir varlık olarak tanımlanır. Şüphesiz ki, bir edimi kötülük olarak tanımlayabilmek için toplumsal ve tarihsel olarak ortaya konmuş bir ahlak çerçevesi gerekmektedir.


Buraya kadar herkes hemfikir herhalde. Peki kötülüğü anlamanın yolu nereden geçiyor? Madem kendi başına mutlak kötülük diye birşey yok, madem kötülük yalnızca bir sonuç, bize görünen olanın ardına nasıl geçeceğiz? Buzdağının suyun altında kalan bölümünü nasıl araştıracağız? Kanımca burada bol bol psikanalize başvurmak gerek. Kötülük denilen eylem biçimini yaratan ne de olsa kendine güvensizlik, korku, kıskançlık, çekememezlik gibi pek insanca duygular. Star Wars'da Darth Vader'in nasıl adım adım masum bir çocuk olmaktan çıkıp karanlık tarafa geçtiğini hatırlayalım. Darth Vader mutlak kötü değildi, hiçbir zaman da olmadı. Karanlık tarafa geçmesine neden olan şeyler içinde kötülüğün değil, korkunun ve kendine güvensizligin olmasıydı. Master Yoda bunu en başından itibaren sezmişti:

Yoda: Fear is the path to the dark side. Fear leads to anger. Anger leads to hate. Hate leads to suffering. I sense much fear in you.

Genç Anakin'in içindeki korku, onun rasyonel davranmasını engellemekle kalmadı, onu yöneten mutlak bir gücün ve nefretin esiri olmasına yol açtı. Anakin, kötü olduğu için karanlık tarafa geçmedi, içindeki korkuları yenemediği için karanlık taraf onu kölesi yaptı. Burada Anakin'e kızmaktan çok, acıyabiliriz ancak. Belki tüm kötülükler için bu geçerlidir. Kötülük yapan insana acımamız gerekir belki de, çünkü kimbilir içindeki hangi pek insancıl duygunun esiri haline gelmiştir. Dolayısıyla, dehşet eylemlerinden sonra söylemeye alışık olduğumuz 'bunu yapan insan olamaz' önermesini, 'bunu yapan ancak ve ancak insan olabilir' ile değiştirmemiz yerinde olacaktır. Sonuç olarak, kötülüğü anlamak için işe korkuyu anlamakla başlamamız gerekecektir.

Böyle bir kişilik için kötülük haz veren bir davranış şeklini almıştır. Kötülük yapmanın haz vermediğini söyleyecek durumda değiliz. Kötü karakterlerin çizgi filmlerdeki hain kahkahalarını anımsayın. Kötü adam kahkahası bir klişedir, bu kahkahalar kötülüğün yapıldığı anda duyulan hazdan kaynaklanır. Yaralı ve kendini eksik gören benliklerde kötülük yapmanın verdiği haz büyük olacaktır. Yine böyle insanlar iktidarı arzulayacak, mutlak güce tapacaklar ve diğer insanları kontrol altına almak isteyecekledir. Kanımca, tarihin 'büyük' kişilikleri (Napolyon, Cengiz Han, Stalin, Hitler gibi..) benzer kişilik bozuklukları ve ruhsal problemlerle boğuşan, kendisi çok acı çeken ve bu yüzden de acı çektiren zavallı insancıklardır. Bu insanların içinde asla dolmak bilmeyecek 'bir büyük boşluk' vardı. Mesela Hitler için, eğer ressamlıkla başarılı olabilseydi tüm bunların hiçbiri yaşanmazdı derler. Çünkü kötülük haz verse de, hiçbir zaman kendini ve dünyayı olduğu gibi sevmenin yarattığı dinginlik hissinin yerini tutamayacaktır. Bu son cümle beni iyilikle ilgili bir söz söylemeye itiyor. Kanımca, mutlak iyilik ya da iyi insan diye bir şey de yoktur. Kendini tanıyan, kendi eylemleri üzerine düşünen ya da klişe tabirle kendiyle barışık insan vardır. İyilik de bu duygu durumunun bir sonucu olarak ortaya çıkar sadece. Her insanda iyi ve kötü eylemlerde bulunma kapasitesi olduğu gibi, yine her insanda iyi ve kötü arasında seçim yapma kapasitesi de vardır. İyi ve kötü eylemlerimiz içimizdeki karanlığı ya da aydınlığı toplumsal ortama çıkarmanın yollarıdır sadece. Tıpkı Hegel'in bu blogdaki "Kötülüğü Anlamak" yazısında vurgulanan sözlerinde olduğu gibi, insanda hem gündüz hem gece halleri birarada mevcuttur. Geceyi tanımaktan ve onunla yüzleşmekten korktuğumuz sürece içimizdeki karanlık boşluk büyüyecek, korkularımız artacak, öfkemiz ve nefretimiz günyüzüne çıkarak içimizdeki aydınlığın yerini almaya başlayacaktır. O yüzden tüm masal kahramanlarının yaptığı gibi, mutlu sona ulaşmak için önce karanlık ve ürpertici yerlerden geçmeliyiz. Ve bu son söylediğimiz, bireyler için geçerli olduğu gibi, toplumlar için de geçerlidir. Bireyler kendi içlerinde bir yolculuğa çıkarlarken, toplumlar da kendi geçmişlerindeki karanlık köşelerle yüzleşmek zorundadır.

Bu pek meşakatlı yolculuğu başarsak da, unutmayalım ki, gecesiz gündüz, gündüzsüz gece olamaz. Kötülüğün olmadığı bir dünyada iyiliğin adı bile konulamazdı. Kimbilir, belki de Hölderlin'in pek incelikli sözü "tüm erdemlerimizin başlangıcı kötülüktedir" bu gerçeği anlatmak istiyordur (1).. Bu yüzden, kötülüğü meşru kılmaya gerek kalmadan, onun insanın (kendimizin) olmazsa olmaz bir parçası olduğunu peşinen kabul etmemiz gerekiyor. Kötülüklerin olmadığı bir dünya değil, kötülüğünün farkında olan bir insanlık hayaliyle..

(1) Hölderlin, Şiir ve Tragedya Kuramı. 2012. Notos Kitap.

1 yorum:

  1. netlik açısından kötülük daha bir cezbedici geliyor iyilik daha oportonist gibi hatta gerçek kötülüğün iyiliğin üstünü kapatmaya çalıştığı şey olduğununu düşünüyorum.

    YanıtlaSil