Böyle zamanlarda felsefi sohbete çekiniyorum. En azından yeni toplumsal ütopya hayalleri empoze etmek ya da sürekli "doğa ana" ile barışmamızın tavsiye edilmesi son derece sinir bozucu olabilir. Her şeyden önce hâlâ her şey her zamanki gibi sınıfsal. Boğaz manzaralı villasında evine kapananla hala metrobüsle fabrikaya gitmek zorunda olan işçi aynı şekilde etkilenmiyor. Güvencesiz, sözleşmesiz, yarı zamanlı çalışanlar işlerini kaybetmeye başladı bile. Sözleşmeli çalışanların ödemeleri ne olacak belli değil. Kiralar nasıl ödenecek? Sistemin çarkı nasıl dönmeye devam edecek? Devam edecek mi? Şurası kesin: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Gelecekte nasıl olacağına dair ise hiçbir fikir yok. (Bu konuda gelecekten yazan İtalyan yazar Francesca Melandri'nin yazısı için bkz.)
Bu belirsizlik içinde, evlerimize kapandık. Herkes bu süreci kendi deneyimleri üzerinden yaşıyor ve yaşayacak. Benim gibi çocuklular kişisel gelişime pek vakit ayıramayacak. Ama düşünmek için her zaman vakit olacak gibi. Peki düşünmek ne demektir? Daha doğrusu, "şu yeşil elmayı yesem mi?" gibi dolaysız bir düşünme değil de, felsefi düşünmek ne demektir? Eğer bu felsefi bir soruysa, bunun tek ve gerçek bir yanıtı olmadığını hemen söylemek gerek.
Çoğu (belki bütün) sahici felsefi sorunun somut ve pozitif bir yanıtı yoktur. Felsefeyi diğer disiplinlerden ayıran taraf da bu. Herakleitos'un 2500 yıl önceye ait bir fragmanını çürütemezsiniz, onu deneyle sınayamazsınız, ama üzerine düşünmeye devam edebilirsiniz. İşte bu düşünme etkinliğinin ne olduğunu sorgulayan Heidegger, 1951/52 yıllarına ait derslerinde bu soruyu soruyor: Düşünmek ne demektir?
Heidegger'e göre felsefi düşünme her şeyden önce akademik bir uğraş olmak zorunda değildir. "Felsefeye Giriş" derslerinin ilkinde ifade ettiği gibi: Her insanın doğası gereği felsefi düşünmeye olanağı vardır, çünkü insan (Dasein) bir açıklıktır. Varlığa ve onun olanaklarına açıktır. Heidegger'in felsefi düşünmeyi sorgularken sorduğu soru şudur: Bizi düşünmeye iten nedir? Evet, bu bir itilmedir, çünkü derin düşünme ya da tefekkür, kendini düşündürtür, düşünmeyi kışkırtır, kışkırtıcıdır. Bizi düşünmeye iten, düşünülmek ister. Bizi düşünmeye çağırır. İnsanda bu çağrıya yanıt verme olanağı vardır.
Heidegger, Tekniğe İlişkin Soru gibi ünlü metinlerinde, modern dünyada derin düşünmenin gittikçe azaldığını, insanların teknoloji tarafından çerçevelendiğini, yani olanaklarının daraltıldığını vurgular. Elbette bu tür eleştiriler yeni değil. Heidegger'in söylemek istediği ise şudur: Bizi düşünmeye iteni düşünmediğimiz sürece, o şey gittikçe geri çekilir, ortadan kaybolur; paradoksal biçimde de ortada düşünülecek bir şey kalmaz. Filozofa göre günümüzdeki tehlike de budur: Filozof neyi düşüneceğini bile bilemez. Bizi düşünmeye çağıran, onu ihmal ettikçe solar, üzerine düşündükçe yeşerir. Ona özen gösterdikçe, onun için kaygılandıkça kendini bize yeniden açar.
Gerçek çöl ya da apokaliptik gelecek, düşünmenin ve düşünülecek şeyin tamamen geri çekildiği, konformist bir yaşamdır. Konformist yaşam sınırlandırılmıştır, çerçevelendirilmiştir, sahte bir güvenlik çemberi içindedir. Bunun sahte olduğunu bugün çok yakından deneyimliyoruz. Diğer yandan bizi düşünmeye çağıran, bizi kışkırtan ise açıklıktır, başka bir deyişle varlığın açıklığı, sonsuz olanaklılığı ve onun düşüncede yeniden ifade edilmesidir. Varlığı hem zihninde hem kalbinde hissetmek, onun oluşuna/akışına/varoluşuna izin vermek demektir. (Varlık, Almanca Sein, hem varlık ve olmak anlamına gelir). Şu güzel makalede söylendiği gibi, düşünmek, en geniş anlamıyla dünyaya, özen ve ilgi göstermek, onun için endişelenmek demektir; tüm varolanların ardındaki sınırsız saklı olanak olarak varlığa/oluşa, yani bizi esas olarak düşünmeye itene müteşekkir olmak demektir.
Heidegger'e göre düşünmek ne demektir diye sorduğumuzda, açılan kapıyı çok kabaca böyle özetleyebilirim. Belki biraz dini mistik ya da metafizik gelebilir. Ama yeri gelmişken itiraf etmem gerekirse, felsefeye son yıllarda yapılan en büyük kötülük bana göre, onu her anlamda metafiziksizleştirmek, sosyolojiye hapsetmek, felsefenin büyük sorularını teolojinin çatısı altında hükümsüzleştirmektir. Düşünmenin çölleşmesi derken bunu da düşünmemiz gerek diye düşünüyorum.
Peki karantina günlerinde düşünmek ne demektir? Eğer minimum geçimi, karın tokluğunu sağladıysak (ki felsefi düşünmenin ön koşulu bunlardır) karantina günlerinde bizi düşünmeye itenin çağrısına yanıt verecek zamanı bulacağımızı ümit ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder