T.S. Eliot’ın Çorak Ülke’sini bu kadar önemli yapan, şiirde kullandığı yeni tekniklerin de ötesinde, yaşadığı dönemde iyice belirginleşen ekonomik ve sosyal sıkıntıları şiirsel prizmasında kendine özgü bir biçimde açmasıdır. Bu prizmadan yansıyan ışıklar renksiz ve mat, bir kaleydoskopu çeviriyormuşçasına akan alabildiğine hareketli ve düzensiz görüntüler ise tedirginlik vericidir. Çorak Ülke, kendi yanılsamalarında o andaki topluma ait hakikatten parçalar sunar. Platon’un şairlere karşı düşmanlığının ve onları “Devlet”inden kovmak istemesinin nedenini ve anlamını, okurlara bir avuç tozdaki korkuyu göstererek (30)[1] anlatır Eliot. Toplumun, illüzyonlar arasında saklı hakikatinden parçalar sunması açısından Platon’a göre tehlikeli bir şiir olurdu Çorak Ülke. Ancak Eliot’ın dönemi öyle bir dönemdir ki, kendisi tehlikeli bir şair olarak ortaya çıkacak gücü bulamaz. Bu konuya gelmeden önce açalım: Şair ne anlamda tehlikelidir?
Egemen olanın dayattığı hakikatten başka, egemeni egemen yapan hakikatin kendisini anlatır şair. Bu açıdan, topluma ve bireylere kapalı kalması gereken bir bilgiye sahiptir. Bu bilgi, toplumu biçimlendiren, şekillendiren yapıya ilişkin bir bilgidir. Toplumun yürürlükteki hakikati ve onun ne olduğu bu yapı aracılığıyla bildirilir ve bireylere aşılanır. Bu yapı, toplumsal ilişkileri, yani insanlar arasında olan ve yapılanı, olması ve yapılması gereken altına yerleştirir. Toplumsal düzen; bireylerin kendileriyle ve eşyalarla olan ilişkilerinin anlamı ve bütünlüğü bu şekilde kurulur ve sağlanır. Bu düzenek kendisini bireylere ve topluma zorla dayatmaz; hakikatini genel geçer kavramlar altına yerleştirir ve bunların, eğitim-öğretim örneğinde olduğu gibi, özümsenmesini ve sürekli yeniden üretilmesini sağlar. Tarih boyunca bu düzenek kendini çeşitli düşünce biçimlerinde ve kavramlarında gösterir. Düzeneğin geçerliliği mitlerden ya da büyülerden arınmış bir toplum vaadi olarak sağlanır. Vaat edilen, şeylerin düzeninin düşünce formlarına tabi olması, böylece bilinmeyenin tezahürlerinden ve onun yarattığı korkulardan arınmadır. Bilme yöntemi tek tipleştirilip düşünsel etkinlik daraltıldıkça duyusal algı yalnızca aşina olunan örgüye odaklanır ve böylece bilinmeyeni bilinmeyen olarak tanımlama olasılığı azalır. Bunun sonucunda korku yapay olarak bastırılır. Bu vaadin bedeli insan deneyiminin çoraklaşmasıdır.
Şair, okuyucusuna, alışageldik bilme yönteminden farklı bilme-öğrenme yöntemlerine ulaşacak yolun sırlarını fısıldar. Şair, gündelik işleyişinde olağan, tanıdık, bize ait gibi algılanan düzeneği; bireyle birey, bireyle eşya arasında kurulmuş bağı koparır. Eşyayla eşyanın adı arasındaki zorunlu görsel bağı deforme eder. Egemen anlam bütünlüğünü kırıp, parçalarından kendi kaleydoskopunu yapabildiğinden tehlikelidir şair; çünkü kaleydoskop çevrildikçe, söz ve eşya, söylem ve gelenek arasında o ana kadar bilinen ve kurulan bağlardan çok farklı görüntüler ortaya çıkar.
Eliot da bakışını alışageldik bütünlüğün ortasına saplar ve onu parçalar. İşte bu anlamda Çorak Ülke Eliot’ın belki en iyi değil ama en önemli yapıtıdır. Bir anlamda, yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Avrupa’nın yaşadığı krizin şiiridir. Bu kriz aslında on dokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren kendi hakikatini artık belirgin bir biçimde dayatmaya başlayan burjuva rasyonalitesinin zorunlu bir sonucudur. Bu rasyonalite, modernitenin -rasyonel kurumlaşmanın- ipleri elden kaçırmaya başladığı; üretim tarzının, üretim ilişkilerindeki durumu artık burjuva idealleri ile de saklanamayacak bir şekilde kitlelerin aleyhine döndürdüğü bir dönemi belirler. Yaşantılara bir bütün olarak zamansal ve mekansal normlar konulduğu ve üstüne üstlük bu konulan normların ancak küçük bir zümrenin işine yaradığı bir dönemin girdiği kaçınılmaz krizdir. 19. yüzyılda ideallerle, mimariyle, vaatlerle makyajlanan yeni çağın pullarının dökülmeye başladığı; çıkarlarını koruma uğruna ve kitlelerin gerçeklerle karşılaşma olasılığı korkusuyla bunu engellemek adına artık dünya savaşlarının bile göze alınacağı bir dönemdir. Üstüne üstlük Eliot’ın Çorak Ülke’si Birinci Dünya Savaşı’nın yıkıntıları arasından çıkmıştır.
Bu yüzden Çorak Ülke’nin “gerçekdışı şehri” (60), Baudelaire’in Paris’inden çok farklıdır. Baudelaire’in Paris’i, gitgide hızla devinen dünyanın olağanüstü ve dehşetengiz imgelerinin başkenti olarak ortaya çıkar. Eliot’ın Londra’sı ise boğucudur. Londra’nın kuru kalabalıklarını Dante’nin cehennemine tıkıştırır (60-64). Başları önde, hızlı adımlarını takip eden insanlar (65), gündelik yaşantılarında rasyonalite denen sıkıcı satranç oyununun piyonlarıdır artık. Eliot’ın döneminin esas sorunu ise, modern yaşantının tekdüzeliğinin de ötesinde, Birinci Dünya Savaşı’nı geçirmiş, ve ikincisine yol açacak ağır bunalımlara girmiş Avrupa’nın müthiş bir değer erozyonuna uğruyor olmasıdır. Şair bu erozyonu sezer ama söze aktaracak gücü olmadığından ona kapılır. Eliot, yıkıntılar içindeki metropollerde gezinen, sokak meyhanelerine takılan, Ödipus’tan umudunu artık kesmiş kör kahin Tiresias’ın ta kendisidir (3.Bölüm, The Fire Sermon). Bu gezginlik, Baudelaire’in flanörlüğünden farklıdır. Sokaklardaki dönüşümün analitik bir gözleminden çok, çaresizliğin ve ölümcül bir nihilizmin gezintisidir.
Çorak Ülke, kahinin önündeki, imgelerin farklı bakış açılarına göre yer değiştirdiği camdan bir küredir. Eliot’ın şiirsel tekniği de camdan bir tekniktir. Bu camdan teknik hem burjuva hakikatinin ifadesidir, hem de onun çelişkisinin. Kırılganlığıyla Aura’yı yok eden, kalıcılığı engelleyen, herhangi bir iz bırakmayı imkansız hale getiren cam, öte yandan şeffaflığıyla ve hassaslığıyla içinde bir sır barındırılmasına ve mülkiyetine izin vermez.[2] Zamanda sıçramalarla yer değiştiren imgeler ve şahıs kipleriyle ele avuca gelmez bir şiir yaratır Eliot. Şairin şiir aracılığıyla değil, şiirin şair aracılığıyla hakikatini fısıldadığı ender örneklerdendir Çorak Ülke. Bu ülkede, Ödipus’un trajedisi aynı zamanda Tiresias kılığındaki Eliot’ın trajedisi olur; çünkü cam, yaşadığı toplumda gözlemleyen kişiye baktığı şeyin çarpık bir halini yansıtan ve bunu gerçekmişçesine sunan sihirli bir aynaya dönüştürülmüştür. Bunun sonucunda, Ödipus’a yol göstermesi gereken gözleri kör rahibin zihni de artık bulanıklaşmıştır. Eliot’ın baktığı toplum, yukarıda ilkel bir biçimde tanımlamaya çalıştığım düzenin sihirli aynalarla çevreleyip kurduğu camdan küredir. Eliot da artık bir kısırdöngüdedir; aslında şiir Eliot’a bizzat içinde bulunduğu açmazın şiirini yazdırır. Kısırdöngünün çorak deneyimlerini, aynalardan aldığı ilhamla aşmaya çalıştığı sürece tehlikesiz bir şair olarak kalır Eliot. Ama şiirinin büyüklüğü, kendi kısırdöngüsünün hakikatini, kendi trajedisini ortaya serebilme gücündedir:
We think of the key, each in his prison
Thinking of the key, each confirms a prison
(412-413)
Eliot, aynaların sunduğu ve sunuluşunda algılayanın yeniden kurduğu illüzyonu dağıtacak anahtara sahip olmasına rağmen, anahtarı ters yöne çevirir ve kendini kilitler. Yukarıdaki dizelerin hemen öncesindeki dizeye koyduğu notta bunu bir anlamda onaylar[3]: Kişinin dış dünya ile olan ilişkilerinin tümünün içe hapsedildiği, her bir kişinin kendi adasında kendi cehennemini yaşamak zorunda bırakıldığı bir “özel alanlar” lunaparkıdır toplum. “Özel alanlar” ise bir illüzyondan öte bir şey değildir. Sermayesi yeten, lunaparkta istediği otomata jetonu atar ve oyununu oynar.
[2] Bkz. Benjamin, Walter. Gesammelte Schriften II/I içinde Erfahrung und Armut adlı makale, S. 215. Gesammelte Schriften II/I , yayıma hazırlayan: Rolf Tiedemann, Frankfurt am Main 1977.
Çorak Deneyim sözünü de aynı makalenin başlığından (Erfahrung und Armut) esinlendim.
[3] Bkz. Çorak Ülke Üzerine Notlar’da (T.S. Eliot’ın kendi notları) 411. dizeye not.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder