"Modern hayatın çökmesini ve her yeri yabani otların kaplamasını sabırsızlıkla bekliyorum."
Hayao Miyazaki
Bu cümleyi ilk defa, henüz sevgili olmadan önce eşimin facebook profilinde görmüş ve "işte ben bu insanla yaşayabilirim," diye düşünmüştüm. (Doğru da düşünmüşüm.)
Miyazaki'nin gerçekten böyle bir cümle sarfedip sarfetmediği bir yana (ki kendisine bu cümle yakışırdı), bu tür kıyamet senaryoları ya da geçmişe gömülenin yeniden ayaklanmasına dayanan öyküler hep hoşuma gitmiştir.
Bu tür kıyamet senaryolarının çoğu, aslında her şeyin sona ermesini değil, radikal bir dönüşümü arzular. Çünkü bir şekilde özgür hissedilmemektedir. Ortak yaşamda oy verme dışında söz hakkımız yoktur. Böyle bir söz hakkımız yoksa, yaşamımızı da aslında kendimiz idare edemeyiz. Sahici yaşamsal-politik irademiz küçük bir azınlığın elindedir. Satın alma özgürlüğü ise illüzyondan ibarettir. Bu nedenle yaşamımızı çoğu zaman sıkıcı, tekdüze ve anlamsız hissederiz. Bu nedenle kendimizi sürekli bir şeylerle oyalarız.
Bütün bunları aslında zaten içten içe biliriz. Yine de hayatımızı böyle sürdürmeye devam ederiz. Bu da anlaşılır bir şeydir, çünkü hayatın zorunlulukları var. Ayrıca bir devrim iradesi, büyük bir yaşam enerjisi gerektirir; oysa fiziksel yaşamın, minimum enerji harcayarak hayatını devam ettirmeye çalışması kendi içinde tutarlıdır. Yaşamımız, onu tehlikeye atacak bir özgürlük savaşına girilecek kadar tehdit altında değildir belki. Özgürlüğün peşinde koşmak lükstür. Belli ki bu kapitalist sistem, en azından alt ve üst orta sınıfa, her zaman kaybedecek bir şeyi olduğunu hatırlatır. Ama genel bir adaletsizlik ve hayatın olması gerektiği gibi yaşanmadığı hissi de her zaman alttan alta dürter: Yaşam bu yaşadığımdan daha fazlası olmalı!
Bu dürtü, her şeyden önce, adil bir ortak yaşamın çok daha yoğun, özgün ve yaratıcı olabileceği hissiyle ilişkilidir. Bu his, Walter Benjamin'in tarih felsefesi üzerine ikinci tezinde zayıf mesiyanik kudret dediği şeydir. Mistik ya da ilahi bir sezgiyi değil, görmezden gelinenlerin, kaybedenlerin, ezilenlerin, sesi işitilmeyenlerin, yokluk için yaşayıp gömülenlerin bir kez olsun sesini duyurma olanağını ifade eder. Doğayı ve kendimizi iliğimize kadar sömürdüğümüz "büyüme" ya da "ilerleme" süreci bir an için durduğunda, tarihin kaybedenlerine geçecektir söz sırası. Bir tür hesaplaşma, kelimenin gerçek anlamıyla kıyamet, yani adalet için ayaklanma beklentisini yansıtan bir his.
Böyle bir kıyamet beklentisi dünyanın tamamen sona ermesi, üstün bir güç tarafından her şeyin yakılıp yıkılmasına değil, yeni bir dünyanın başlangıcına ilişkin geleceğe dönük bir umut ilkesine dayanır. Dünya düzeninin altüst olarak daha adil biçimde yeniden kurulmasına yönelik bu beklenti, içinde bulunduğumuz küresel Corona faciasında doruğa çıkar. Zaten bunu iyi bilen Zizek gibi popüler filozoflar ve teorisyenler hemen yeni bir dünya projesine dair büyük sözlere girişmeye başladılar. Hatta kitaplar bile çıkmaya başladı. Ama bugün, virüs ortalığı kasıp kavururken, evinde günlerce tek başına oturmak zorunda olan bir insan için "yeni dünya düzeni" ne ifade edebilir? Yanıt alttaki fotoğrafta sanki.
Bir gelecek tahayüllü çerçevesinde peygambervari "şöyledir" ve "şöyle olmalıdır" diyen bütün "profesyonel" gelecekbilimcilerin metinleri, en azından bende bir bıkkınlık hatta boşvermişlik hissi uyandırıyor. Sanki nasıl olsa bugün bir şey yapamayacağım, bari gelecek üzerine atıp tutayım duygusu veriyor. Hatta bir tür kaçış. Oysa Benjamin tam da bu nedenle zayıf mesiyanik kudret ifadesini kullanır, yani bugün yol gösterici bir peygambere ihtiyaç yoktur. Her kuşağın bireyi kendinin pusulasıdır, ama aynı zamanda herkes herkesten sorumludur; hiçkimse arkada bırakılmamalıdır, herkes birbirine omuz vermelidir. Yaşayan her insan, geçmiş kuşakların adil bir dünya umudunu taşır ama gelecek adına değil, her şeyden önce şimdi adına. Bu nedenle eğer tam şu anda, kim mağdursa, acı çekiyorsa ona odaklanmalı; umut geleceğe atılmamalı, gelecek hayali şimdiyi esir almamalı.
Felsefeci, eğer bugüne bir katkıda bulunacaksa, yalnızca hemen yeni bir dünya düzeni tahayyül etmektense, bireylere şimdiki durumda yol göstermekten, dertlerine çare aramaktan çekinmemeli. Hatta felsefenin psikolojiye, teolojiye ya da antropojiye emanet ettiği kavramları geri almaya çalışmalı. Örneğin felsefe ve şifa bulmak bugün hiç yan yana getirilecek sözcükler değil gibi; ama en karanlık ve çaresiz dönemimde, felsefenin bana nasıl iyi geldiğini bizzat biliyorum. Bu "şifa", felsefeyi apolitikleştirmek ve kişisel gelişim haline getirmek demek değil. Bir "teselli" olarak felsefeden söz etmiyorum. Tersine, bireyin şu andaki gerçek sorunlarına ve kaygılarına felsefi bir ilgiyle eğilinmesi, daha önceden planlanılmamış, özgürce kurulacak ortaklıklar yaratabilir diye düşünüyorum.
Benjamin'in zayıf mesiyanik kudret dediği şey, tanık olduğumuz bir mağduriyet ya da adaletsizlik karşısında yaşanan iç ezilmesinden sonra bu mağduriyetin ya da adaletsizliğin giderilmesi için duyduğumuz arzudan başka bir şey değil. Popüler isimlerin, geleceğe yönelik peygambervari güçlü mesiyanik kudret gösterisi yanında, felsefenin bize şimdi yol gösterecek, hatta belki harekete geçirecek kendine özgü kadim ve dingin kudretinin gerekli olduğuna inanıyorum ve felsefecilerin bu konu üzerinde biraz daha fazla düşünmesini talep ediyorum.
Hayao Miyazaki
Bu cümleyi ilk defa, henüz sevgili olmadan önce eşimin facebook profilinde görmüş ve "işte ben bu insanla yaşayabilirim," diye düşünmüştüm. (Doğru da düşünmüşüm.)
Miyazaki'nin gerçekten böyle bir cümle sarfedip sarfetmediği bir yana (ki kendisine bu cümle yakışırdı), bu tür kıyamet senaryoları ya da geçmişe gömülenin yeniden ayaklanmasına dayanan öyküler hep hoşuma gitmiştir.
Bu tür kıyamet senaryolarının çoğu, aslında her şeyin sona ermesini değil, radikal bir dönüşümü arzular. Çünkü bir şekilde özgür hissedilmemektedir. Ortak yaşamda oy verme dışında söz hakkımız yoktur. Böyle bir söz hakkımız yoksa, yaşamımızı da aslında kendimiz idare edemeyiz. Sahici yaşamsal-politik irademiz küçük bir azınlığın elindedir. Satın alma özgürlüğü ise illüzyondan ibarettir. Bu nedenle yaşamımızı çoğu zaman sıkıcı, tekdüze ve anlamsız hissederiz. Bu nedenle kendimizi sürekli bir şeylerle oyalarız.
Bütün bunları aslında zaten içten içe biliriz. Yine de hayatımızı böyle sürdürmeye devam ederiz. Bu da anlaşılır bir şeydir, çünkü hayatın zorunlulukları var. Ayrıca bir devrim iradesi, büyük bir yaşam enerjisi gerektirir; oysa fiziksel yaşamın, minimum enerji harcayarak hayatını devam ettirmeye çalışması kendi içinde tutarlıdır. Yaşamımız, onu tehlikeye atacak bir özgürlük savaşına girilecek kadar tehdit altında değildir belki. Özgürlüğün peşinde koşmak lükstür. Belli ki bu kapitalist sistem, en azından alt ve üst orta sınıfa, her zaman kaybedecek bir şeyi olduğunu hatırlatır. Ama genel bir adaletsizlik ve hayatın olması gerektiği gibi yaşanmadığı hissi de her zaman alttan alta dürter: Yaşam bu yaşadığımdan daha fazlası olmalı!
Bu dürtü, her şeyden önce, adil bir ortak yaşamın çok daha yoğun, özgün ve yaratıcı olabileceği hissiyle ilişkilidir. Bu his, Walter Benjamin'in tarih felsefesi üzerine ikinci tezinde zayıf mesiyanik kudret dediği şeydir. Mistik ya da ilahi bir sezgiyi değil, görmezden gelinenlerin, kaybedenlerin, ezilenlerin, sesi işitilmeyenlerin, yokluk için yaşayıp gömülenlerin bir kez olsun sesini duyurma olanağını ifade eder. Doğayı ve kendimizi iliğimize kadar sömürdüğümüz "büyüme" ya da "ilerleme" süreci bir an için durduğunda, tarihin kaybedenlerine geçecektir söz sırası. Bir tür hesaplaşma, kelimenin gerçek anlamıyla kıyamet, yani adalet için ayaklanma beklentisini yansıtan bir his.
Böyle bir kıyamet beklentisi dünyanın tamamen sona ermesi, üstün bir güç tarafından her şeyin yakılıp yıkılmasına değil, yeni bir dünyanın başlangıcına ilişkin geleceğe dönük bir umut ilkesine dayanır. Dünya düzeninin altüst olarak daha adil biçimde yeniden kurulmasına yönelik bu beklenti, içinde bulunduğumuz küresel Corona faciasında doruğa çıkar. Zaten bunu iyi bilen Zizek gibi popüler filozoflar ve teorisyenler hemen yeni bir dünya projesine dair büyük sözlere girişmeye başladılar. Hatta kitaplar bile çıkmaya başladı. Ama bugün, virüs ortalığı kasıp kavururken, evinde günlerce tek başına oturmak zorunda olan bir insan için "yeni dünya düzeni" ne ifade edebilir? Yanıt alttaki fotoğrafta sanki.
Bir gelecek tahayüllü çerçevesinde peygambervari "şöyledir" ve "şöyle olmalıdır" diyen bütün "profesyonel" gelecekbilimcilerin metinleri, en azından bende bir bıkkınlık hatta boşvermişlik hissi uyandırıyor. Sanki nasıl olsa bugün bir şey yapamayacağım, bari gelecek üzerine atıp tutayım duygusu veriyor. Hatta bir tür kaçış. Oysa Benjamin tam da bu nedenle zayıf mesiyanik kudret ifadesini kullanır, yani bugün yol gösterici bir peygambere ihtiyaç yoktur. Her kuşağın bireyi kendinin pusulasıdır, ama aynı zamanda herkes herkesten sorumludur; hiçkimse arkada bırakılmamalıdır, herkes birbirine omuz vermelidir. Yaşayan her insan, geçmiş kuşakların adil bir dünya umudunu taşır ama gelecek adına değil, her şeyden önce şimdi adına. Bu nedenle eğer tam şu anda, kim mağdursa, acı çekiyorsa ona odaklanmalı; umut geleceğe atılmamalı, gelecek hayali şimdiyi esir almamalı.
Felsefeci, eğer bugüne bir katkıda bulunacaksa, yalnızca hemen yeni bir dünya düzeni tahayyül etmektense, bireylere şimdiki durumda yol göstermekten, dertlerine çare aramaktan çekinmemeli. Hatta felsefenin psikolojiye, teolojiye ya da antropojiye emanet ettiği kavramları geri almaya çalışmalı. Örneğin felsefe ve şifa bulmak bugün hiç yan yana getirilecek sözcükler değil gibi; ama en karanlık ve çaresiz dönemimde, felsefenin bana nasıl iyi geldiğini bizzat biliyorum. Bu "şifa", felsefeyi apolitikleştirmek ve kişisel gelişim haline getirmek demek değil. Bir "teselli" olarak felsefeden söz etmiyorum. Tersine, bireyin şu andaki gerçek sorunlarına ve kaygılarına felsefi bir ilgiyle eğilinmesi, daha önceden planlanılmamış, özgürce kurulacak ortaklıklar yaratabilir diye düşünüyorum.
Benjamin'in zayıf mesiyanik kudret dediği şey, tanık olduğumuz bir mağduriyet ya da adaletsizlik karşısında yaşanan iç ezilmesinden sonra bu mağduriyetin ya da adaletsizliğin giderilmesi için duyduğumuz arzudan başka bir şey değil. Popüler isimlerin, geleceğe yönelik peygambervari güçlü mesiyanik kudret gösterisi yanında, felsefenin bize şimdi yol gösterecek, hatta belki harekete geçirecek kendine özgü kadim ve dingin kudretinin gerekli olduğuna inanıyorum ve felsefecilerin bu konu üzerinde biraz daha fazla düşünmesini talep ediyorum.