Salı

Çeviri: Bildung (Eğitim-Kültür) / Modern Lise ve Üniversite Üzerine Notlar 2

"Hegel’in özgürlüğe dair felsefi vurgusu, pedagojisinde de açıkça ortaya çıkmaktadır: Okul, kişinin modern anlamda kendini yönlendirmeyi ve bir özsaygı kazanmayı öğrendiği yerdir, ama aile de çocuğunu modern bir etik anlayışla yetiştirmelidir. Öğrencilerin okulda kendilerine verilen görevleri yerine getirebilmeleri ve okulun onlara sunduklarını alabilmeleri için, daha önceden ailenin onlara bir disiplin ve özsaygı kazandırmış olması gerekmektedir. Hegel’in kendi felsefi karakteristiği olarak disiplin, çalışma ve özgürlüğün kesişimi, pedagojik pratiğinde de merkezi bir rol oynamakta ve pedagojide deneyim kazandıkça bu bağlantı kafasında daha da yerine oturmaktadır. Özellikle dikkat çekilmesi gereken nokta, Hegel’in disiplini özgürlüğün üzerine koymaması, disiplin ve itaatin gerçek özgürlük  olduğunu söyleyen yanıltıcı bir tuzağa düşmemesidir. Hegel bunu vurgulamak için, modern yaşamın “doğru bakış açısı” dediği şey ile eğitim ve yetiştirmeye dair eski anlayışı karşılaştırır: Modern yetiştirme ve eğitim (Erziehung), “esas olarak benlik duygusunun uyanışının bastırılmasından çok desteklenmesini amaçladığından, bu, bağımsızlığa doğru bir Bildung olmalıdır,” bu da “genç insana edilgenlik ve esaret duygusu veren, salt itaat adına itaat talep eden” eski tür eğitimin tam tersidir. Okulların, kişiye belirli bir disiplini aşılayıp, onlara bir düşünme ve karakter alışkanlığı vererek "bağımsızlığa doğru yetiştirmesi” (Bildung), Hegel’e göre elbette eski otoriter eğitimin anladığı anlamda otoriter bir eğitim kavramını getiren bir şey olamaz.

Eğer okul etik ilkelerin öğretileceği bir yer olacaksa, şu akılda tutulmalıdır ki, “bu davranış ilkeleri ve biçimleri, salt bilinç dahilinde bir düşünüşle yerleşemez, çünkü onlar insan yaşantısının temel unsurlarıdır. Bu ilkeler ancak etik yaşantıya (Sitte) eklemlendiğinde ve alışkanlık haline dönüştüğünde kişi kendini yönlendirebilir ve tinsel olarak kendini şekillendirebilir.” Okulların rolü, öğrencileri bu etik (sittliche) ilkeler üzerinde ahlaki bir düşünüş pratiği edinmeleri yolunda yönlendirmek ve eğitmektir. Böylece, “temelinde kendimizin ve başkalarının eylemlerini tanımladığımız bu ilkeler, birçok farklı görüş ile duyguların güvenilir olmayan oyunları karşısında kendimize yön verdiğimiz noktalar” tam anlamıyla kavranılır, anlaşılır ve gündelik yaşamda etkin hale gelir. Öte yandan, ahlaki ilkelerin bu kavranışı ve anlaşılışı, salt kurallara dayalı katı bir öğretimle olamaz. Ahlaki öznenin esas yapması gereken, olaylardaki esas sorunu algılamayı, somut olaylarda belirli ilkeleri somut olarak tayin etmeyi ve farklı olay ve durumlarda bunları uygulamayı öğrenmektir. Ya da Hegel’in ifade ettiği üzere, “bütün yaşamımız, bu derin [ilkelerin] anlamlarını ve kapsamını anlamayı, onları sürekli yeni örneklerde ve durumlarda görmeyi, böylece anlamlarının çok çeşitli görünüşlerini ve uygulanışlarındaki belirleyiciliği fark etmeyi öğrenmekten oluşmaktadır.”
Okullarda doğru verilen eğitim, öğrencilere kendi dolaysız arzularından, eğilimlerinden ve düşüncelerinden uzaklaşarak toplumsallaşmada ve böylece kendilerinin tekil durumlarda doğru yargısal düşünme tarzını benimsemelerinde yardımcı olur. Okulun bunu başarması için kendisini bir kurum olarak, ne doğal aile sevgisi dünyasında (burada çocuğa sadece olduğu şey olarak değer verilir), ne de bir pazar ekonomisinin rekabetinde (burada bireye sadece yaptığı şey üzerinden değer verilir) konumlandırması gerekir. Bunun yerine okul bu iki alan arasındaki “orta alan”dır; burada genç öğrenci, “başkalarıyla birlikte bir topluluk içinde eğitilir” ve “kendisini diğerlerine doğru yönlendirmeyi, başta kendisine yabancı olanlara güvenmeyi, onlarla olan ilişkisinde kendisine güvenmeyi ve bu şekilde Bildung’a başlayarak sosyal erdemleri uygulamayı öğrenir.” Ayrıca okul, genç öğrencinin yaşamını tüketmemelidir. Aile ve okul yaşamı arasında, öğrencinin kendi ilgilerinin peşinde koştuğu, başkalarıyla tanıştığı, genel olarak kendi yargılarına güvenmeyi ve onları geliştirmeyi öğrendiği geniş bir boş zaman bırakılmalıdır.
Okul, öğrencilerinin kariyerleri için alakasız “beceriler” edindikleri bir yer kesinlikle olmamalıdır. Elbette okul, öğrencileri kapılarının ötesindeki gerçek dünya için hazırlamalıdır. Hegel, öğrencileri ve aileleri, “gerçek dünya, tikel amaçlar, fikirler ve tutumlarla ilgilenmez,” diyerek uyarır. Okul, öğrencilere Bildung’u aşılayarak onları gerçek dünyaya hazırlar: Hegel’in sözleriyle, “okulun çalışması, amacını kendi içinde taşımaz, ama başka bir şeyin, esas çalışma olanağının temelini atar,” bu esas çalışma da, bizzat bireyin bütün yaşamıdır. Birey “bu işi mükemmel olarak başaramaz, kendini geliştirmede (Bildung) ancak belirli bir seviyeye kadar gelebilir.” Okulda edinilen beceriler kişiyi, modern yaşamın vaat ettiği kariyerler için hazırlasa da, okul kişiyi yaşama hazırlar, işe değil.
Bu açılardan Hegel’in konuşması, kendisinin ve Niethammer’in özgürlük için pedagoji çerçevesinde yeni hümanizm düşüncesinin bir taslağını sunar. Bu pedagojide insanlar, kim olduklarına dair derin bir anlamın temelini oluşturan örf ve adetler üzerine ahlaki bir düşünsemede bulunmayı ve Devrim sonrası Napoleoncu dünyada yetenekli insanlar için açılan kariyer kapılarından içeri girmelerini sağlayacak geniş kapsamlı düşünme becerilerini edinmeyi öğreneceklerdir" 

"Hegel’in 1815’teki son mezuniyet konuşması, aileler, öğrenciler ve önemli kişiler karşısında  ümit dolu görüşlerini aktardığı bir sunuş oldu. Alman nüfusunun daha tutucu unsurlarının devrim öncesi toplumsal düzenin yeniden inşasına ilişkin umutlarına karşı,  sesi kısılmış karşı-cephede bulunan Hegel, topluluğun önünde şöyle diyordu: “Değişimin sık sık kendini bir tür kayıpla aynı anlamdaymış gibi tanıtması” anlaşılabilir bir hataydı, çünkü insanlar sürekli “özverilerinin meyvelerinin ancak gelecekte toplanacağını” görüyor, bu yüzden de “özlemlerinin nesnesini geçmişe” bağlamaya eğilimli oluyorlardı. Fakat insanlar, olup bitenin yasını tutmak yerine, “dünyanın daha büyük bir çağı doğurduğunu” ve doğru bir şekilde “zamanımızın içyüzünü anlayışımızın,” her şeyin “kökten geliştiği bir günün şafağında belireceğini” görmeliydi. Toplumsal yaşam, kuşkusuz ki karmaşıklaşmıştı ve önceden toplumun temelinde olan geleneğe bağımlı özel faaliyetler (daha karmaşık olsa da) daha rasyonel bir toplumsal düzene yol açmışlardı. Hegel dinleyicilere, özellikle okul öğretiminin misyonunun –başta özgürlük olmak üzere– belirli sosyal amaçlar ışığında reforma tabi tutulması ve ailelerin özel ve keyfi isteklerinden bağımsız kılınması gerektiğini hatırlatıyordu. Ailelerin çocuklarının kişisel gelişimi için istedikleri, modern yaşamın özgürlük amacına aykırı olabilirdi.

Tüm pratikler ve kurumlar, yükselen modern toplumsal düzene entegre olmalı, okullarda reformu gerekli kılan ve pedagojinin pratik sorunlarını özellikle zorlaştıran modern hayatın özgürlük hedefine dahil edilmeliydi. Bazı daha eski sözlerini tekrarlayan Hegel’e göre, her ne kadar “çocuklara çok fazla özgürlük bahşedilmesiyle çok fazla sınırlandırma getirilmesi arasında bir orta yol bulmak zor olsa da” özgürlüğün modern hayatın amacı olması, okulların disiplinden muaf olması anlamına gelmezdi. Fakat “yeni zamanların” amaçlarına uygun olarak okullarda, gelenek adına değil de çocukların eğitimi adına disiplin uygulamanın bir yolunu bulmak gerekiyordu. Bu, yetişkin olarak kendi hayatlarını yönetmeleri ve içinde yaşadıkları yeni, modern hayatta güvende hissetmeleri için gerekiyordu. Hegel, çocuklara tam ve başıbozuk bir özgürlük verilmesine yönelik yeni model fikirleri onaylamadığını da açıklığa kavuşturdu. Bu sadece, insanların sosyalleşme yollarına zarar verir ve  özgür yetişkinlere dönüştürülmeleri amacının kuyusunu kazardı."


"Hegel kendini, bir Bildung insanı ve Wissenschaft’a adamış bir profesör olarak görüyordu; bu görüşünü birçok meslektaşı ile de paylaşıyordu. Ayrıca bu şekilde bir rol modeli oluşturduğunu, sınıf ve statü gibi daha tanıdık ve geleneksel sosyal konulara da değinen bir konumda olduğunu düşünüyordu. Modern hayatın vazgeçilmez unsuru olan modern üniversite kavramı, hiç de bir sosyal sınıf meselesi değildi Hegel’in gözünde; bunun yerine, memleket hayatının kendine has kısıtlamalarıyla bağlanmayan insanlardan oluşan evrensel bir gövdenin parçası olup olmama meselesiydi. Hegel kendine kalırsa bir “burjuva” felsefesi önermiyordu; kendini anladığı kadarıyla, aristokrasiyi yeni güçlenmekte olan burjuva ile değiştirmeye çalışmıyordu . İşin aslı, Hegel (ve onun gibiler) kendilerini hiç de  “burjuva” olarak görmüyorlardı. Onun yerine kendilerini, herhangi bir sosyal sınıfa bağlı olmayan Bildung insanları olarak görüyorlardı, zira bir aristokrat, bir burjuva ya da hatta bir kurdela üreticisinin oğlu (Fichte gibi) bile bir Bildung insanına dönüşebilirdi. İşin aslı, etraflarındaki bariz “burjuva” birçok değerle çatışma halindelerdi. Üniversitedeki en büyük anlaşmazlıklardan birinin fakülteyle (üniversiteyi bir Wissenschaft merkezi haline getirmek isteyenler) öğrenciler (üniversiteyi kariyerlerinde ilerlemek için aracı görenler) arasında yaşanması, yalnızca Hegel gibi insanların belli başlı sözde burjuva değerlerini reddederken bir yandan da aristokratik bağlara kapılmayıp kendilerini aristokratik değerlerle ifade etmeyişlerinin bir göstergesiydi. Üniversite, ister bölgesel, ister sınıf temelli olsun, belirli topluluklara bağlılıkların Napoleon sonrası yeni ve modern Alman eyaletleri tarafından alaşağı edildiği yer, Bildung insanları ise bu sosyal düzenin evrensel “önder ve aktörleri” olacaklardı."



 





                                                  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder