"Eğitimdeki yeni hümanizm hareketi hem daha
önceki Alman eğitim modelleri hem de Alman Aydınlanması’ndan ilham alan ve
“faydacı” (buradaki “faydacı öğretiler,” on sekizinci yüzyıl İngiliz
faydacılığına ancak uzaktan benziyordu) olarak tanımlanan yeni eğitim
modellerine karşı ortaya çıkmıştı. Yeni hümanistler için eğitim, esas
olarak Bildung temelinde olmalıydı, öğrenciler belirli bir insanlık
idealinin farkına varacakları bir duruş edinmelilerdi; kültür ve beğeni sahibi,
kendi kendini yönlendiren ve biçimlendiren bireyler olmalılardı. Bu anlamda
yeni hümanizm yandaşları, Bildung ile özdeşleşen bir tür evrensel eğitim
modeli hedefliyorlardı. Eğitim böylece yerel olanın sunduğunun ötesine
geçmeliydi; genel bir insanlık modelinin gelişimi hedeflendiğinden, yerel
yaşantının tikelliği ile pek fazla ilgilenmiyordu.
Bahsetmeye bile
gerek yok ki, yeni hümanist ideal, yerel halk tarafından ve devrimci Napoleon
döneminde refahının, gücünün ve otoritesinin elinden alındığını düşünenler
tarafından (örneğin Kilise) bir direnişle karşılaştı. Muhafazakar güçler,
eğitim ideallerini, kendini yönlendiren ve biçimlendiren bireylerin kültürü ve
beğenisini (Genel olarak modern yaşantıyla eş tutularak, Fransız Devrimi’nin
yaydığı bir hastalık olarak görülüyordu bu) geliştirme temelinde değil, daha
geleneksel, rütbe ve emirle biçimlenmiş hiyerarşik bir toplum düzenine uygun
şekilde insanlar yetiştirecek bir temele dayandırmak istiyorlardı.
Muhafazakarlar, birçok güncel fikirden yola çıkarak, insanların kendi statüsünü
bildiği, katmanlı, hiyerarşik bir sosyal düzeni haklı çıkarmak için,
Romantiklerin metaforik bir kavramı olan organik cemaati öne çıkartıp,
politik romantizmin belirgin hale gelen muhafazakarlığına dayanan alternatif
bir program geliştirdiler. Böylece, yeni hümanistlere karşı çıkarken,
kendilerine ters düşen diğer “faydacılarla” müttefik oldular.
Yeni hümanistlerin, eğitimde
“faydacı” modeller olarak adlandırdığı şeyler, eğitimin insanları özellikle
mesleklerine göre hazırlaması gerektiği fikrinde birleşiyordu ve bu meslekler
daha çok, kişinin sınıfına ve varlığına uygun olacak olan meslekler olmalıydı.
Bu açıdan politik egemenlik için olan savaş, eğitim politikalarına ve eğitim
reformuna sıçramıştı: Niethammer ve Hegel gibi insanlar için, modern yaşam Bildung
ile ilgiliydi ve Bildung sahibi insanlar, modern sosyal yaşamın yeni
seçkin tabakasını oluşturma hakkına sahip olmalıydı. Muhafazakarlar için ise,
bu ahmakça bir yanılgıydı ve tehlikeli bir biçimde devrimciydi; seçkin tabakayı
oluşturanlar, o tabakaya aile ve sosyal statüyle zaten ait olanlar olmalıydı,
aldıkları ya da aldıklarını iddia ettikleri bir “eğitim” sonucuyla değil. Hegel
bu durumu, Niethammer’le müttefik olur olmaz anlamıştı ve hangi tarafta olduğu
besbelliydi. Ocak 1807’de Hegel bir arkadaşına, “Ama sen de dikkatini şu andaki
tarihe vermelisin. Ve bu tarih kadar başka hiçbir şey, Bildung’un çiğ
bir kabalığa, ruhun da ruhsuz bir anlayışa ve salt bir zekâya karşı zaferini
belgeleyemez,” diye yazar.Hegel müdürlük işini kabul ederken Niethammer’e şöyle
yazar: “Kuramsal çalışmanın pratik çalışmadan bu dünyada daha çok iş başardığına
her gün biraz daha çok ikna oluyorum. Fikirler alanında bir devrim olduğunda, hayat
da buna kayıtsız kalamayacak.” Hegel yeni dünyayı şekillendirmek istiyordu ve
ona göre bunu, düşüncenin ve Bildung’un gücünden daha iyi hiçbir şey yapamazdı"
"Muhafazakarlar
için, kendi himayeleri altındakilerin kendilerini idare ettirmelerin ya da
düşüncelerini özgürce kullanmalarının bir önemi yoktu; önemli olan, insanların
kendilerine uygun konumda yaşamlarını sürdürmeleriydi; devletin eğitim
kurumlarından beklenen, oldukça dar kapsamlı, herkesin belirli meslekler için
eğitildiği, pratik ve “faydacı” bir eğitimdi. Öte yandan “hümanizm,” Bildung
kavramında temellenen ve insanın kendini biçimlendirmesini içeren bir
evrensel insan idealini öğrencilerin içlerinde somutlaştırıp kendi yollarını
çizmelerini amaçlıyordu. Bu fikri takip
eden Niethammer, tartışmayı alevlendirmeye başladı: Ona göre “insanseverler” insanın sadece “hayvani” tarafını
geliştirmekle ilgiliydi; bu kişilere göre (bazı) insanlar (aynı hayvanlar gibi)
sadece mutlu olma becerisine sahiptirler, otonomiye değil; öte yandan
“hümanistlere” göre, insanı insan yapan
ayırt edici özellik bir rasyonellik geliştirebilmek ve böylece kendilerini
belirleyen bireyler olabilmektir, salt tatmin olan bir organizma değil.
“İnsanseverler”in esas amacı, insanları sadece mesleklere göre eğitmekti, çünkü
insanları, kendi kendilerini yönlendirebilecekleri bir düşünce yolunda eğitmek
istemiyorlardı; “hümanistler” ise, insanların tamamıyla otonom failler olma
yolunda eğitilmeleri gerektiğini savunuyorlardı"
***********
İkinci
konuşmasında Hegel, kendi felsefi görüşlerine ve Bildung idealine bağlılığına
dair toplumsallık sorunlarına daha özel bir biçimde değinir. Öğrencilere ve
ailelerine, insanların dünyanın, ahlaki ya da pedagojik yapının içine ilişkin doğal
bir eğilimle girmediklerini hatırlatır; insanların böyle şeylere eğitimle,
disiplinle ve toplumsallaşmayla ulaşması gerekmektedir. Kavramların edinilmesi,
bir yaşam formuna hazırlanmakla olur; bu Hegel’in düşüncesine göre sadece
toplumsal yaşantının ampirik gözlemiyle ilişkili değil, bizzat “zihinselliğin”
doğasına, Geist’a dair bir tezdir. 1810 yılında öğrencilere ve
ailelerine ifade ettiği gibi, “tıpkı istenç gibi, düşünme de itaatle
başlamalıdır.”
Hegel öte yandan, böyle bir
hazırlanışın ve disiplininin amacının, itaat eden ruhlar yaratmak değil,
öğrencilere, “etrafındaki şeylere ilişkin bir öz-etkinlik tutumu” aşılamak
olduğunu açıkça ortaya belirtir.Bahsettiği “disiplinin,” katı ezbere
dayanmadığını vurgular ve öğrenmeyi “salt edilgenliğe” indirgemenin, “suya yazı
yazmaya” benzeyeceğini söyler. Ama böylesi temel bir hazırlama ve toplumsallaştırma,
okulun sorunu olamaz (ya da sadece okulun olamaz), bu temel olarak ailenin
görevidir. İnsan ailede, bir yaşam biçiminin Sitte’sini (etik ve
töreler) temel eğitim ve disiplin ile edinir ve “öğrenim kurumları önceden
varolan bir etik disiplini şart koşar.” Konuşmanın sonunda Hegel, (kimi Alman
terimleriyle oynayarak) “öğrenim kurumları, salt olarak öğretim (Erziehung)
kurumları değildir,” çünkü bu tür öğrenim kurumlarında, “etik (Sitte) formasyon (Bildung), asıl
işle (eğitimle) doğrudan bağlıdır, bir bakıma dolaysız bir nedenden, ama bir
bakıma da doğrudan sonucu olarak.” Modern zamanlarda, artık eskiden olduğu gibi
“kafayı ve kalbi ya da düşünmeyi ve duyguyu” birbirinden ayırmamız gerekmez. Yeni
Bildung düşüncesi, toplumsal yaşantımızın bütün görünümlerini
somutlaştırır; gerçek anlamıyla bir kendini yönlendirmenin, Bildung’a,
kendimizi evimizde hissedeceğimiz bir toplumsallaşmaya gereksinimi vardır.
Kısacası, “genel olarak yetişmiş (gebildeter) kişi, ahlaklı bir kişidir.”
Yeni hümanistlerin “faydacı” eğitim olarak adlandırdığı şey ise, bunu iddia
edemez; teknik bilginin ahlaki bilgiyle temel bir bağı yoktur."
"Hegel Ekim 1816’da aynı şeyi
Niethammer’e yine tekrar eder: “Bizi koruyacak olan şey meclis kararları ve bu
kararları hayata geçirip sürdürecek bir ruhban sınıfı değil, [dini] cemaatin
ortak Bildung’udur. Bu nedenle daha doğrudan koruyucularımız, üniversiteler
ve genel olarak eğitim-öğretim kurumlarıdır. Bütün Protestanlar bu kurumları
kendi Roma’ları ve rahip meclisleri olarak görmektedir … [Protestanlar için]
tek otorite, herkesin entelektüel ve ahlaki Bildung’udur ve bu Bildung’un
garantörleri işte bu kurumlardır …genel entelektüel ve ahlaki Bildung,
Protestanlar için kutsaldır. Öte yandan Katolikler içinse bu, zorunlu olmayan
bir şeydir, çünkü onlar için kutsal olan kilisededir ve ruhban sınıfı toplumun
geri kalanından ayrılmıştır.
Hegel’in modern
yaşam tarzına ve modern yaşamın birleştirici amacı olarak Bildung’a olan
bağlılığı bir kez daha sahnededir: Yetiştirme tarzı olarak eğitimin (Erziehung)
amacı, “bağımsızlığa (Selbstständigkeit) doğru yetiştirme”dir ve bu
“bağımsızlığa doğru yetiştirme,” okullarda gerçekleşen Bildung’un
temelidir. Hegel, okulda gerçekleştirdiklerini, Jena’daki notlarında sıklıkla
yer alan kurumların dolayımı fikrinin net bir örneği olarak görmektedir.
Hegel’in dediği üzere okul, “aile ve dış dünya arasında durmaktadır ve birincisinden
ikinciye geçişi sağlayan orta öğeyi oluşturmaktadır.”Modern yaşamın temel
kurumlarından olan okul, çocukluktan yetişkinliğe geçişi modern yaşam tarzı
için zorunlu olan bir şekilde yapmaktadır, yani çocuğu aile bağımlılığından
çıkararak, onu kendi amaçlarını kendi belirleyecek şekilde yönlendirir -bu,
Hegel’e göre gerçek modern Bildung’un temel amacıdır."
Hegel baba ne guzel düsünmüş. Selststaendigkeitı, tam olarak kendi ayaklari uzerinde durmak degil mi? Bagimsiz olmaktan cok...
YanıtlaSilKesinlikle öyle..tam alamanca karşılığı gerçekten o. Ayağını yere sağlam bas, ama özgür-bağımsız olma da var..Hani tiyatrocuların, tüy gibi hafif ama yay gibi gergin ol deyimi gibi.
YanıtlaSil