Salı

Kant ve Şehitlik

Kant Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi'nde, dünyada ya da düşünülebilecek herhangi bir başka yerde, iyi istenç dışında (iyi irade de denebilir ama iradeyi bir kavram olarak gördüğümden istenci tercih ederim) sınırlandırılmamış iyi bir şeyin olmadığını söyler. İyi istenç, hiçbir şeyle sınırlandırılamayan, sınırsız iyidir, bu nedenle en yüksek iyidir. Antik Yunan'ın erdemleri, örneğin ölçülülük, adalet, cömertlik elbette iyidir, ancak bu iyiler sınırlandırılmıştır, çünkü genellikle başka şeylere hizmet ederler, örneğin toplumun uyumlu birlikteliğine. Sağlık iyidir, ama uzun yaşamaya, esenlikli bir yaşam sürmeye hizmet eder. Usta bir ayakkabıcının yaptığı ayakkabı iyidir, ama ayağın rahat etmesine hizmet eder. İyi istenç ise yalnızca iyidir. İyi istençle yapılan eylem, sonucu ne olursa olsun iyidir. Buna belki "iyi niyet" de diyebilirdik. Ancak bu niyet, hiçbir şey niyet etmeyen bir niyet olmalıdır.

İstencin kendi içinde iyi olabilmesi için, her türlü dış etkiden, eğilimden, duygudan, hissiyattan, herhangi bir faydadan, geleceği yönelik yatırımdan arınmış olması gerekmektedir, bunlar ne kadar masum olurlarsa olsunlar. Diyelim bir dilenciye para veriyorsun. Peki ben nasıl bileceğim senin onu vicdanını rahatlatmak için vermediğini. Belki sen bile bilmiyorsun bunu parayı verirken. Bu durum, ahlaki olarak nitelediğimiz tüm eylemleri kapsar Kant'a göre. Ahlaki eylem, yalnızca iyi istencin motive ettiği bir eylem olabilir. Hele ki cennete gitme motivasyonuyla yapılan güya ahlaki eylemler, Kant'a göre iyi bile sayılmaz; bırakalım bencil dürtülerden motive olan eylemlerin iyi olmasını, başkasını düşünerek yaptığımız eylemler bile duruma göre ahlaki olmayabilir. Kant'ın deyişiyle mücevher gibi parlayan salt iyi istençten yola çıkan eylem iyi ve ahlakidir. Peki bu salt, saf, bomboş iyi istenç nasıl motive olmaktadır? Boş bir istenç, boş bir niyet? Tam değil.

Hangi istenç mutlak olarak iyidir? Kendine koyduğu düstur, ilke, evrensel bir yasa haline getirilebilen, böylece kendisiyle hiçbir zaman çelişmeyecek olan istenç. Başka hiçbir şeyden ve kişiden etkilenmeden kendi yasasını kendi koyabilen (otonom) aklın evrensel yasası olabilen istenç. Bu akıl kimin aklı? Senin, benim. Yasa kimin yasası? Salt aklın. Yazılı bir yasa değil, Musa'nın on emri değil, "hırsızlık yapma", "sadaka ver," gibi eylemin içeriğini doğrudan yönlendiren bir yasa değil. Mesela yalan söylemek neden ahlaki bir ilke haline getirilemez? Evrensel olarak kötü olduğu için mi? Yooo. İnsan bazen yalan söylemek zorunda kalabilir, mesela kardeşini kovalayan katile, "hayır kardeşim evde değil," diyebilirsin, evde olsa da. Yalan söylemek mutlak kötü değildir ancak evrensel bir ahlaki ilke haline getirilemez, çünkü herkes yalan söylerse, yalanın karşıtı olan doğruluk kavramı ortadan kalkar. Böylece aslında yalan da ortadan kalkar. İlke, kendi kendini ortadan kaldırmış olur. Kant "şunu yap, bunu yapma" diye bir liste vermez. Yoksa bu, insanın otonomisine, aklının yasa koyucu gücüne karşı gelmek olurdu. İnsanın özgürlüğü, bu yasa koyuculuğunda ve koyduğu yasaya özgürce uymasında yatar. Kant liste vermez, ama koyacağınız ilkeyi hangi çerçeveye oturtmanız gerektiğini söyler. Kant boş bir çerçeve verir size ve içini doldurmanız için tek kategorik evrenselleştirme buyruğunu açıklar: "Öyle bir ilkeye göre eyle ki, bu ilkenin aynı zamanda evrensel bir yasa olmasını isteyesin." Aklın evrenselliği ve her bireyin bu akla sahip oluşu esastır. Yani her bireyde evrensellik bulunur.

Bu noktada itirazlar yükselir. Kant'ınki salt biçimsel bir ahlak felsefesidir, ahlaki özne boş bir öznedir. Lacan'ın meşhur Kant ve Sade makalesi (ya da Kant Sade'la), sadizme adını veren Sade'ın, hazzın evrenselliğine ilişkin ilkesini Kant'a uygulayabileceğimizi anlatır. Yani Sade, Kant'ın söyledikleriyle çelişmeden Kantçı olabilir. Ya da eğer evrenselliğin merkezine dini kitapları koyarsak ve bu kitaplarda yazılanları biricik evrensel kurallar olarak ele alırsak, bu evrenselliği tıpkı Sade'ın sadistlikleri gibi istediğim eylemle somutlaştırabilir, örneğin cihat için çoluk çocuk katledebilirim. Canlı bomba olarak, kendi bireyselliğimi, evrensel merciler olan kutsal ülkü ya da din adına bizzat evrenselleştirebilirim. Bu yolda ölen ya da öldürülen herkesi şehit olarak adlandırabilirim, çünkü sonuçta her birey, evrensel ülkünün, dinin, inancın bir temsilcisidir, aracıdır. Oysa burada bir yanılgı söz konusudur: Kant yalnızca evrenseli bireye indirmez, bireyi de evrensele yükseltir. Her bir birey, bizzat evrenseldir, onun temsili-temsilcisi değildir. Bu nedenle, baştaki "iyi istenç", yalnızca evrenselleştirilebilen bir ilkeye dayanmaz, Kant Ahlak Metafiziği'nde kategorik buyruğun evrenselliğinin yanına bir de bireysel amaç kategorisi koyar: "Öyle eyle ki, bu, insanlığı kendi şahsında ya da  başkasının şahsında herhangi bir araç olarak değil, kendi içinde amaç olarak gören bir eylem olsun." İyi istencin bu koşulları gerçekleştirebilmesi için dayanacağı tek merci ise, başka hiçbir otoriteyi devreye sokmadan, kendi aklıdır.

Öyleyse iyi istenç, yalnızca evrensel olmasını isteyeceği bir ilkeyi değil, ilkenin yol açacağı eylemin insanı hiçbir şekilde bir araç olarak görmemesi gerektiğini dikkate almak zorundadır. Sanırım Kant'a göre, çocuklara şehitlik mertebelerini öğretmeden önce, aklın mertebelerini öğretmek yeğdir.

1 yorum:

  1. ahlak da bence de evrensel bir ilke olmalı. tek bir ilke yeterli belki. Hobbes diyordu sanırım "kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma". Bu kadar basit aslında ama pratiğe dökülmesi bir o kadar zor. bu ahlak yasasını uygulasak bugün tarih ve bunalan insanlık bambaşka bir yerde olurdu. Ama öbür yazıyla da bağlayarak söylersem, insan evrimi böyle bir ahlaka izin verir miydi acaba? biyolojik, ilkel olanla akılsal, ahlaki arasında kapanmaz bir çatışma yok mu? İnsan ikisini de hep içinde taşımak zorunda..

    YanıtlaSil