Cuma

İbni Haldun'a Göre Despotların Sonu (veya Doğu toplumlarında ne değişti?)

Ebu Zeyd Abdurrahman bin Muhammed bin Haldun el Hadramî veya tanınan kısa adıyla İbn-i Haldun (1332-1406), modern historiyografinin, sosyolojinin ve iktisatın öncülerinden kabul edilen 14. yüzyıl düşünürü, devlet adamı ve tarihçisi.

Her toplumun yaşamındaki dalgalanmalar, gelenek ve görenekler, o toplumda egemen olanın yaşam biçimine, tutum ve davranışlarına bağlı olarak gelişir. Bu bir özdeyiş biçiminde şöyle de dile getirilir: "Halk, hükümdarın dinindendir."

Devlet ancak kabile ve yakınlık bağının (asabiye) yardımıyla oluşur. Yenişme, savunma, karşı koyabilme, ancak yakınlık bağıyla olur; çünkü koruma coşkusu gösterme, korumak için atılıp haykırma ve arkadaşı uğruna canını bile vermekten çekinmeme, yakınlık bağında vardır ancak.

Sonra, egemenlik, onurlu ve çekici makamdır. Dünya yaşamının çıkarlarını, bedensel istekleri, tinsel tatları tümüyle çatısında toplar. Bu nedenle, genellikle, onu elde etme yarışları olur. Çok az kimse yenilmeden, onu bir başkasına kaptırmak ister. Bu yüzden çekişmeler olur. Savaşa, öldürüşmeye, ezişmeye değin varabilir çekişme. Bunların hiç birinde yakınlık bağı olmadan güç sağlanamaz.

Devlet egemenliğine özgü yeterli gücü sağlamış olan ailede, başkanlık ve devlet egemenliğini elinde tutar olma iyice yerleştiği, birçok kuşak ve birbirini izleyen yönetim dönemleri boyunca, miras yoluyla birinden ötekine geçerek sürüp gittiği zaman, insanlar devletin ilk dönemini unuturlar, anımsamaz olurlar. Başkanlık düzeni o aile için sağlamlaşmıştır artık. O aileden olanlara boyun eğip teslim olma eğilimi, din niteliğinde inançlara yerleşmiştir. İnsanlar, onların yanında, onlara karşı olanlarla savaşırlar. Bu yolla dinsel inançlarını korumuş olacaklarını düşünerek savaşırlar.

Bu egemen aileden olanlar, ellerinde devlet ve egemenliklerini sürdürebilmek için, ya öteden beri ailelerinin yardımı ve koruyuculuğu gölgesinde yaşayagelen "kulları"ndan, hizmetlilerinden yardım görürler ya da kendi soylarının dışında ama egemenliklerinin içinde bulunan ailelerden destek alırlar.

Ululuğu paylaşmayıp tek egemen olmak, devletin doğal gereklerindendir. Devlet, yakınlık bağıyla kurulur. Yakınlar düzeni ise, birçok yakınlardan oluşur. Bunlardan biri, ötekilerin hepsinden güçlü olur, hepsine baskın gelir ve hepsini egemenliği altına alır. Büyüklük ve baskı gücü gösterme huyu, hayvanlığın doğallıklarındandır. Başkan olan kimse de, baskı gücünü ortaya koyarak, halkı kendisine boyun eğdirme ve halka hükmetme işini, başkalarının kendisiyle paylaşmaya kalkmalarını önler. Başkan olduğu zaman "tanrılaşma" huyu belirir insana. Bu huy, zaten, insanoğlunun doğal yapısında vardır.

Başkan, tek egemen olunca, başkalarının baskı gösterme eğilimleri kırılır. Gemlerine bağlı dizginleri çekilir, o zaman artık, başkaları "hükmetme" işine katılmaya ve egemenliği başkanla paylaşmaya kalkışamazlar. Ve böylece, yakınlık bağlarının doğuracağı duyguyla ileri atılmalar, egemenliğe yeltenmeler engellenmiş olur. Sonuç olarak, başkan, gücü yettiğince tek egemen olarak bulunur devletin başında. O zaman, başkan, egemenlik yönünden "ulu" olmakta tek kişi olur. Başkalarının bu ululuğu kendisiyle paylaşmasına izin vermez.

Egemenler, güçlerini gösterip devlet egemenliğini kendilerinden öncekilerin olanaklarıyla birlikte alınca, yaşam ve mutluluk olanakları çoğalır. Yenen içilen şeylerin, giyim ve kuşamın, yatılacak yatağın, kullanılacak kap ve kacağın en incesini, gösterişlisini ararlar artık. Bununla övünç duyarlar. Egemenler, bu aşamadan sonra, rahata, huzura yönelirler. Yapı-konut, giyim-kuşam gibi alanlarda, egemen olmanın meyvelerini toplarlar. Köşkler, saraylar yaparlar.

Devlet, egemenlik ululuğunda tek olmayı gerektirir. Bu ululuk, topluluk üyelerinin tümünce paylaşıldığı ve hepsinin çabası tek amaca yöneltildiği zamanlar, topluluktakiler, kendilerinden olmayanlara karşı üstün ve baskın gelmek için istekli olurlar. Ululuklarını yapısını kurmak için ölümü bile göze alırlar, bu yapıyı baltalayabilecek çekinceleri göğüslerler. Ama ne zaman ki, içlerinden biri, egemenliği tekeline alır, topluluğun öteki üyelerinin katılmalarına meydan vermez, herkesin dizginini çeker, mali olanaklarla kendi dışındakiler üzerinde etkin olma yoluna gider, işte o zaman "gazalar-ganimetlere"e koşmakta, topluluktakiler artık pek istekli olmazlar. Aşağılanmaya ve köleleşmeye boyun eğerler.

Daha sonra gelen kuşaklar, egemenin bekçiliğini, koruyuculuğunu ve destekçiliğini yapmalarının karşılığı aldıkları ücretlere, ödüllere bakarlar ve başka bir şey düşünmezler. Ücret ve ödül karşılığında da insan kendini ölüme atmaz pek. Bu durum, devlette güçsüzlük doğurur. Devletin ciddiliğini ve gücünü sarsar.

Devlet, doğal olarak, iktidardakileri zengin ve gösterişli yaşam sürmeye sürükler. İktidarda, yaşam olanakları çoğalır, yaşam koşulları değişir. Egemenlerin dağıttıkları ücret ve ödüllere ilişkin giderleri artar. Zamanla gelirler, giderleri karşılamaz olur. Egemenlerin yoksul olanları tutunamaz, yıkılırlar. Zengin olanlarıyla daha da savrukça ödüller, ücretler verirler. Sonra öyle bir durum gelir ki, dağıtılan ücretler, bunlar alanların da alıştıkları gösterişli yaşam biçimlerine yetmez artık. Bunların istekleri çoğalır ve bu çevreler, aldıklarıyla geçinemez olurlar. Bunun yanında egemenler, yardımcı güçlerden ve askerlerden, sağladıkları olanakları, gazalara, savaşlara ayırmalarını isterler. Ama bu konuda gönüllü bulamazlar. Gönüllü yardımcı bulamayınca, bu çevreleri cezalandırma yolunu tutarlar. Çoklarının ellerindeki mallara-mülklere elkorlar. Bu yolla onların üzerinde etkili olmaya çalışırlar. Ne var ki bu yol, koruyucu güçleri zayıflatır. Bu çevreler güçsüzleşirken, dolayısıyla devletin başındaki egemen de güçsüzleşir.

Devletin gelirlerini artırmanın bir yolu var, o da, yeni vergiler koymaktır. Egemen de ister istemez bu yola gidecektir; çünkü yeni vergilerden gelenler, devletin koruyucu güçlerinin yeni lüks ve savrukluklarına gidecektir. Egemen, bu kez, koruyucu güçlerin sayısını azaltmak zorunda kalacaktır. İkinci, üçüncü, dördüncü kez askerlerin sayısını azaltma gereği duyulacaktır. Böylece, asker sayısı son derece yetersiz olacaktır. Devlet, güçten düşecektir. Bu durumsa, komşu düşmanları, devletin sınırlarından içeriye doğru geçmeleri için yüreklendirecektir. Ya da yönetim altında bulunan kabile ve boyların, devlete başkaldırmalarına yarayacaktır.



Kimi zaman, devlete böyle rahat ve gösterişli yaşam yüzünden gelen kocamışlık, devletin sahibi olan egemenin, kendi kabilesi dışından yeni yardımcı güçler edinmesiyle geriletilmek istenebilir. Egemen, böyle güçler sağlayıp bunlardan ordu oluşturabilir. Ve bu ordu, savaşlarda daha güçlü ve sıkıntılara karşı daha dayanıklı olurlar. Ve böyle bir güç kocamışlık derdine biraz ilaç sağlamış olur. Ne var ki, sonunda yine, Tanrı, buyruğuyla yasasını uygulayıp, devletin yıkılmasına ilişkin iznini verecektir.

Bilgileri eldeki tarih kitaplarında yazılı devletler üzerinde düşünürsen, bu anlatılanların doğru olduğunu görürsün. Hiç bir kuşkuya yer kalmadan...

*Metnin tamamı İbni Haldun'un MUKADDİME I kitabından (Turan Dursun çevirisiyle) alıntılandı.



2 yorum:

  1. Was für ein Spiel, hab' ich doch nicht verstanden aber ich glaube dass man mein blog subito schliessen wird (wie sagt man?). Es ist elend, weil ich meine Kurzgeschichten ganz gern hatte. Sie sind besser als Altzine-Scharlatanerei (sie waren Tiefen, nicht Mithaberinnen.) . Diese Kokoschka Frauen bitte! Sollte ich melden für etwas? Für Geld? Na ja, bitte. Ich bin keine Kokoschka Frau.
    Ich hab' keine Probleme mit Sklave zu sein. Du kennst doch die Griechische Sklaven des Römischen Reiches. Sie brauchen nichts zu tun, weil sie aus Griechenland kommen. Die Söhne des Aristoteteles, man glaubte es. Damals war es so. Ich weiss schon dass ich nicht das Urenkelkind des Aristoteles sei. It doesn't matter. Es geht mir nichts an. I hab' Spass, weil ich ein Sklave bin.

    YanıtlaSil