Cuma

Fotoğrafı Bombardımana Tutmak

Kıyıya vuran çocuk, artık bazı şeylerin sınırına gelindiğini gösteriyor. Hem insanlık anlamında, hem insanlığın yaşamda kendini konumlandırdığı yer anlamında. Bu ise, bir çocuğun ölmesiyle ilgili değil yalnızca, çocuklar hep öldü ve ölüyor savaşlarda. Daha çok, fotoğrafın yayınlanıp yayınlanmaması gerektiğiyle ile ilgili tartışma, aslında tuhaf bir şekilde insanın kendini nasıl algılamayı ya da anlamlandırmak istediği ile ilgili bir durumu içeriyor (çocukların bu fotoğrafı görme meselesini burada geçmeli, ona verilecek yanıt belli). Durum, bir fotoğrafın yayınlanması ya da yayınlanması ikileminin ötesinde bir boyut taşıyor. Bir kere, ana akım medyanın da, sosyal medyanın da, artık ne kadar öznelere ve öznel kararlara bağlı olduğu bir tartışma konusu. Sadece Facebook'un bile bizleri ne kadar dönüştürdüğünün, kim bilir beynimizi nasıl şekillendirdiğinin, nasıl yeni bir insan tipi ortaya çıkardığının ne kadar farkındayız? Artık ne kadar iyiden iyiye kendimizi değil, temsilimizin temsilini yaşadığımızı biliyor muyuz?

Belki de artık neredeyse tamamen içine gömüldüğümüzden farkında olmadığımız kadar tuhaf bir durum: Bir gün içinde bir fotoğraf, yüz milyonlarca bireyin baktığı ve en sarsıcı duygulara kapıldığı, sonunda belki de küçük de olsa bazı adımların atılmasında yol açan bir küresel imgeye, oradan da çabucak bir küresel bir sembol statüsüne dönüşüyor.
Teori parçalayacak halim ve kibrim yok şu konuda, ama bu son durum Debord'un "gösteri toplumu"nu anlatmıyor mu tam olarak? Milyonlarca insanı şu ya da bu şekilde sarsan bu fotoğraf, bir şekilde fetiş malzemeye dönüşerek, bağlamından kopmuyor mu? Buna sanırım bizden iyi bir örnek, AK Parti gençlik kollarının şu protestosu:


Burada, bir çocuğun ölü fotoğrafının küresel bir simgeye yükseltilerek, soyut bir ahlaki düzlemde eşitlenmesi, toplumsal arka planın ve geçmişin sislerle kaplanması ve bunun sonucunda herkesin kullanımına, küresel dolaşıma açık fetiş bir malzemeye dönüşmesinin bir örneği mevcut değil mi? Bunun dışında, yılların sağcı Alman tabloid gazetesi Bild'in manşetten, kıyıya vuran çocuğun fotoğrafı üzerinden "Avrupa medeniyeti çöküşü" güzellemesine girmesi ne kadar samimi ve inandırıcı? Tüm bunların ne kadar sömürü ya da ne kadar temel bir insani dönüşümün işaretleri olduğunu, ne kadar ahlaki bir ikiyüzlülüğe, sahte bir "hümanizme" ya da ne kadar gerçek bir sistem sorgulamasına dayandığını zaman içinde göreceğiz. Ölen çocuğun ailesinin gitmeye çalıştığı Kanada'nın göçmenlere kapıyı kapatışı, Türkiye'deki ırkçı düşmanlık, küresel kapitalizmin Ortadoğu'da ya da dünyanın başka yerlerinde başlattığı savaşlar sorgulanacak mı? İslam dünyası 1500 yıllık fetvalarla birbirini öldürmenin ne demek olduğunu sorgulayacak mı? Tüm bunların bir fotoğrafla değişeceğine inanmak biraz tuhaf. Gerçi hemen girebiliyoruz böyle bir umut sarmalına. Gezi'den sonra da sosyal medyayı devrimin öncüsü ilan etmedik mi? Ama bugün ne oldu? Ülkenin doğusunda savaş var, genelde de durum her gün daha kötüye gidiyor. Nerede peki sosyal medyanın birleştiriciliği? Onun olağanüstü empatik üretkenliği?

Bu işte bir bit yeniği olmalı o halde. Sosyal medya mecrasının gerçek bir dünya olmadığını biliyoruz elbette. Orada kendi temsillerimiz var. Yemek yerkenki, eğlenirkenki imajlarımız ya da politik temsillerimiz. Ne kadar kendimizi kaptırsak da biliyoruz elbette "sanallığını". Ama sosyal medyanın temsili ettiği dünyamız ne kadar bize ait, ne kadar kendimizi gördüğümüz gibi, sosyal medyada dile getirdiğimiz evrensel değerlere göre yaşıyoruz gerçek dünyayı? Yoksa gerçek dünya dediğimiz de aslında bir temsil olmasın artık? Belki de gerçek dünyadaki yaşamsal ve politik eylemsizliğimiz, yaşam alanlarımızın işgali, deneyimlerin tüketime dönüşmesi, sosyal medyadaki yaşamımızı haddinden fazla gerçek kılıyor bizim için. Debord'un gösteri dünyası sosyal medya değil, bizzat kendi yaşamlarımız haline geldiğinden, gerçek insani deneyimleri ve duyguları sosyal medyaya götürüyoruz, yangından mal kaçırır gibi. Bu nedenle de belki, bir çocuğun ölümünün fotoğrafını küresel bir vicdan bombardımanına tutuyoruz. Ölen öldü ve ölmeyen ölecek. Kendimizin neye dönüştüğünü-dönüştürüldüğünü sorgulamalı, izleyicilikten yaşamı yeniden düzenleyecek-örgütleyecek özneler olmanın yollarını aramalıyız. Yoksa ikiyüzlü, unutkan ve vahşi bir tür olduğumuzu kabul edip, tarihin meleğinin silkinip bizi süpürmesini beklemekten başka çaremiz yok. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder