Salı

Masallar Okutulmalı mı?



Richard Dawkins'in masallarla ilgili son beyanı*, çocuklar ve masalların okutulması konusunu yine alevlendirdi. Dawkins, gelen eleştirilerden sonra dediklerini biraz yumuşatsa da, genel olarak masallardaki doğaüstü konuların, çocukları bilimsel düşünceden uzaklaştırdığını ve onlarda daha sonrasında doğaüstü-mistik ve dini düşünceye bağlayacak bir tutum geliştirdiğini savunuyor.

Doğaüstü olayları anlatan, hatta şiddet içeren masalları çocukların okuyup okumaması gerektiği ya da en azından hangi masalların okutulup okutulmayacağı sorusu en azından Platon'a kadar gider. Örneğin Platon, Devlet'te, tanrıları çocuklara kötü gösteren, şiddet ya da "ahlaksızlık" içeren mitolojik öykülerin çocuklardan uzak tutulması gerektiğini ya da bu öykülere sansür uygulanması gerektiğini söyler (örn. Devlet, 2. Kitap). Platon'un bu görüşünü savunuşu, bana kalırsa bu konunun da kilit noktasını oluşturuyor. Platon'a göre, böyle bir sansürün uygulanma gerekçesi, çocukların masallardaki metaforik-alegorik anlatımı anlayamayacakları ve anlatılanı doğrudan anlatıldığı gibi anlayacaklarıdır. Kısacası çocuk, masallarda derinde anlatılanı anlayamaz ve bu nedenle, tıpkı Dawkins'in savunduğu gibi, doğaüstü ya da şiddet içeren masallardan kötü yönde etkilenir. Bu görüşe karşı çıkılacak birkaç nokta var. Ya eğer çocukların böyle bir ayırt etme kapasitesi varsa? Yani masaldaki içsel mantığı, metaforik anlatımı kendilerince analiz etme yetenekleri varsa? Peki ya eğer masalların dili, yetişkinlerin mantığıyla analiz edilmekten uzak, bizzat çocukların ruhsal ve zihinsel diline, biz yetişkinlerin çoktan unuttuğu bir dünyaya hitap ediyorsa? Yani ya eğer çocuklar aslında masalları bizden daha iyi okuyorsa?
Novalis, "çocuğun olduğu yerde Altın Çağ vardır," der. Novalis'e göre bir metafor olarak Altın Çağ, insanın kendisiyle ve doğayla uyum içinde yaşadığı antik bir dönemin simgesidir. İnsanla doğa arasındaki bu uyum bozulmuştur ama Novalis'e göre, bu antik çağın izleri, kendisi ve çevresiyle dolaysız bir bağ içinde bulunan çocuklukta sezilebilir. Bu örneği çocukluğu romantikleştirmek için vermiyorum. Düşündüğüm kadarıyla Novalis’in söylemek istediği, çocuklarda Ben bilincinin henüz keskinleşmemesi, özne ve nesneyi kesin olarak ayırt etmemesi, sembol ve işaret ettiğinin arasında derin bir ayrım olmaması nedeniyle, çocuk ve şeyler dünyası arasında yetişkinlere göre daha spontane ve yaratıcı bir anlamlar dünyasının açılıyor olabileceğidir. Örneğin Le Guin’e göre (bkz. Çocuk ve Gölge makalesi) benliğini bazen bir uğur böceğinde bazen de yatağın altına saklanan hayali bir yaratıkta bulan çocuğa, masalların sembolik dünyası, Ben ve Ben Olmayan arasında artık geri dönülemez bir keskinliğe sahip yetişkinden çok daha tanıdıktır. Walter Benjamin, “Öykü Anlatıcısı” adlı metninde, masalların çok boyutlu simgesel-ahlaki dünyasının, Dawkins’in anladığının tam tersine, çocuğa mitolojik güçler karşısında kılavuzluk ettiğini savunur. Benjamin’e göre, yetişkinlerce tasarlanmış tek boyutlu “öğretici” öyküler, yalnızca sınırlı bir deneyimi aktarırken, masallar, insan deneyiminin en derin ve karmaşık öğelerini dürüstçe içerdiğinden ve bir şekilde bu öğeleri tanıma ve onları düzene sokma araçlarına sahiptirler.
Bu noktada, masalların etik-ahlaki işlevi de yer değiştirir. Platon ve Dawkins, çoktan belirlenmiş bir etik görüş üzerinden masalları yargılar. Platon’a göre yalnızca tanrıları iyi gösteren, çocuklarda karmaşık duygular uyandırmayan masallara yer verilmesi gerekirken, aynı çizgide giden Dawkins’e göre, masallar çocuklarda doğaüstüye ve oradan da, tanrı gibi var olmayan şeylere ilgi uyandırabileceği için sakıncalıdır. Elbette bu ikisine, yalnızca milli ya da dini duyguları geliştirmek için tasarlanan masalların çocuklara okutulması savunanları da ekleyebiliriz. Her ne kadar birbirlerinden tamamen farklı dünya görüşlerine sahip gibi gözükseler de, örneğin ateist Dawkins ile koyu bir dindarın buluştuğu ortak nokta tam da burasıdır: Çocukların neyi okuması ve daha da önemlisi neyi okumaması gerektiğine kendi dünya görüşü çoktan karar vermiş bir yetişkin ahlakın, ya da Benjamin’in deyişiyle, aslında insanın en derin içsel deneyimlerini dışlayan ve tam da bu nedenle masallardan çok da irrasyonel olan “mitolojik bir yazgı”nın kabulü.
Oysa ya eğer yetişkinler masalları, tam da tek yönlü ahlaki bakış açısıyla okuduğundan, yanlış okuyorlarsa? Örneğin, ya Kırmızı Başlıklı Kız masalı, yetişkinlerin söylediği gibi, "işte annenin sözünden çıkarsan başına bunlar gelir" diyen bir ahlakı değil, tam tersine, yetişkinliğe giden yolun, insanın içindeki hayvani taraf olan kurtla, doğaya ve dolayısıyla ruhun derinliklerine ait olan güçle, kendi gölgenle karşılaşma cesaretinden geçtiğini anlatıyorsa? Gerçek dünyada ve televizyonlarda tanık olunan şiddetten mi etkileniyor bir çocuk, yoksa kendi içinde sembolik bir anlam barındıran “Hansel ve Gretel”de cadının öldürülme sahnesinden mi?  Ya da masallardaki devler bize hayali yaratıklar olarak gelirken, bizlerin, dizlerimizin dibinde koşturan çocuklara nasıl göründüğünü sanıyoruz? Çocukların masallardaki gerçeküstü, kimi zaman şiddetli ve korkutucu, kimi zaman da gerçek olamayacak kadar mutlu ve şenlikli sahneleri bizzat yaşarken, bu sahnelerle arasına bir gözlemci mesafesini koymadığını mı düşünüyoruz?
Her iyi edebiyat yapıtı gibi, iyi masalın da analizi sınırlıdır, hatta yetişkinlerin keskin benlik sınırları nedeniyle bizim için daha da sınırlıdır. Her çocuk, masalda kendisiyle ve dünyayla ilişkili farklı bir gerçeklik ya da karşılaşma bulabilir. İyi bir masalın tek bir katmanı, tek bir boyutu, analiz edilebilecek tek bir mantıksal dizgesi yoktur. Masal, insan ruhunun çok boyutluluğunu kapsar. Bir masal, birkaç yıl hatta onlarca yıl sonra okunduğunda insana başka bir kapı açabilir. Bu nedenle bir masal, yetişkin tarafından tek bir ahlaki öğretinin aracı olarak kullanılamaz. Yetişkinlerin masallar üzerinden çocuklara öğretecek ahlaki bir öğretisi yoktur, tersine, masallarla beraber çocuklardan öğrenecek şeyleri vardır. Bu bakımdan da iyi masal, iyi edebiyattır. Nasıl Shakespeare’in ya da Kafka’nın yapıtları zaman içinde farklı yetişkinlere farklı anlamlar açabiliyorsa, ağızdan ağza aktarılan ya da iyi yazılmış masalların çocuklarla ve hatta yetişkinlerle böyle bir ilişkisi vardır. Ancak burada edebiyat eleştirmeni çocuklardır.
Son olarak Dawkins'in çocuklara, masalın gerçeküstü öğelerinin mistisizme götürdüğü için yerine salt bilimsel düşüncenin öğretilmesi gerektiği teziyle ilgili bir şey söylemek istiyorum. Dawkins, bilimin ilerleyişinin sezgiye ve hayal gücüne dayandığını unutmuşa benziyor. Ona Marx'ın bir sözünü hatırlatmak istiyorum: "Eğer öz ve görünüş tamamen örtüşseydi, bilime gerek olmazdı." Bilim, görünenden yola çıkarak, görünenlerin arkasında görünmeyen yasaları hayal etme gücüne dayanır. Yoksa kütle çekimi ya da termodinamik yasalarına sahip olabilir miydik? Ya da belirli bir yasayı çürütüp geliştirebilir miydik? Görünenin arkasındaki görünmeyen yapıyı, ruhun derinliklerini, kendini ya da başkasını anlamayı ve tanımayı gelişmiş bir hayal gücü sağlar; hayal gücü de, öncesinde yetişkinlerce tespit edilmiş bir ahlaki öğretiyle değil, çocuğun, insan varlığı yavrusunun kendi özsel güçlerinin özgür gelişimiyle olur. İyi edebiyat olarak iyi masallar ve fantastik öyküler de bunun en uygun araçlarından biridir.


* http://www.independent.co.uk/news/people/professor-richard-dawkins-claims-fairy-tales-are-harmful-to-children-9489287.html

7 yorum:

  1. Eline sağlık abi,

    Dawkins'in iddiaları bence de mesnetsiz. Daha önce de konuşmuştuk bu Kırmızı Başlıklı Kız hikâyesini. Gerçekten de büyüklerin göremediği daha kapsamlı bir mesajı olabilir bu masalların. Benim kafam o dönem (kısmen) dediğine yatmıştı. Şiddet içermeyen, politik olarak doğrucu masalların günümüze has bir kusur olabileceğini düşünmüştüm. (Bu, tam senin dediğin değil; ama benzer güzergâhta.) Sembollerin farklı etkileri olabileceğini anlıyorum. Ama dediğinde kafama yatmayan yerler de var, doğrusunu söylemek gerekirse. Hâlâ bazı masalları okurken tepem atıyor ister istemez.

    Örneğin Çizmeli Kedi. Hikâye malum: Kedi, çeşitli yalanlar söyleyerek ve kimi yerde zorbalık yaparak (köylüleri tehdit ediyor, korkutuyor) bir fakir gence mal mülk edindiriyor. Yalandan bir başarı hikâyesi bu. Yalandan; çünkü biz Azade ile (kızım) hikâyenin sonrasını da konuşuyoruz. Sonsuza dek mutlu yaşamak bana ters olduğu için, sonrasında ne olmuş olabilir kısmına bakıyoruz. Mesela kral bu fakir gence, "haydi bir ziyafet de senden olsun" dediğinde ne olacak? Sözde prensin bir başka kıyafete ihtiyacı olduğunda bunu nereden bulacak? (Bu dediğim karmaşık oldu galiba, masala referansla konuşuyorum). Neyse, yani prens bir iç güveysi olarak saraya kapak atıyor da, malum, iç güveysi ailedeki en gıcık pozisyonlardan biri. Sürdürülemeyecek bir yalan, anlık bir başarı anlatıyor masal. Ana fikir ne, onu da göremiyorum. Mal mülk edinmek mi? Bu uğurda kendi halinde çalışan köylüleri korkutmak, tehdit etmek mi? Prensesin kalbini çalmak mı? Başarıya giden yolda her yolun mübah olması mı? Prens karakteri bu süreçte kendine bir şey katmış dahi değil. Biriyle karşılaşmış, bir iş ortaya koymuş değil. Sonunda, (muhtemelen) geçici bir başarıya kavuşuyor, o kadar.

    Sanırım her masal bir değil. Belki tek bir doktrin bulmaya çalışmak hatalı. Ancak örneğin Çizmeli Kedi'nin çok anlatılmasında ben bir keramet değil, insanın mal mülk edinme hırsını görüyorum. (Belki masalın orijinali bu değildir, ne bileyim; bir başka son eklemeyi düşündüm kendi adıma...)

    Kafama yatmayan kısım şu: Azade'nin bütün bunları değil de daha derin bir anlamı gördüğüne dair elimizde somut bir delil yok aslında. (Biliyorum, görmeden inanmayan mürit tavrı benimki belki de...) Tamam, Le Guin'in enfes yorumu var; ama o da (yetişkinlere has) bir miktar psikanaliz, bolca mitoloji ve dinler tarihine referansla konuşuyor. Yani üç yaşında bir bebeğin yeniden doğum ve büyümek için kurdu alt etmesi gerektiği mesajından ziyade kurttan korkması daha muhtemel -ki Azade ile şu anki durum bu.

    YanıtlaSil
  2. Bir başka masal, bugün okudum: Bir yaşlı adam, üç fakir ama gururlu erkek kardeşin evini ziyaret ediyor. Açım diyor. Kardeşler ihtiyarla ellerinde ne varsa paylaşıyor. Meğer yaşlı adam Hızır'mış. Çocuklara "ne dilerseniz..." diyor. Biri hep akan bir çeşme ve hiç azalmayan bir sofra diliyor. Diğeri dev bir inek çiftliği istiyor. Üçüncüsü ise ülkenin en zengin adamının kızıyla evlenmek istiyor. (İsteklere bak, hep mal mülk.) Dilekler gerçekleşiyor. Yıllar geçiyor. Hızır bunları bir başka kılıkta tekrar ziyaret ediyor. Büyük kardeşten su istiyor, kapı yüzüne kapanıyor. İkinci kardeşten süt istiyor, defediliyor. Bir tek en küçük kardeş yardım ediyor. Hızır da bunun üzerine diğer iki kardeşin malını mülkünü geri alıyor, eskisi gibi fakir hayata mahkum ediyor. Diğerine ise sonsuza kadar mutluluk bahşediyor.

    Harika! İyi gözle okursan yardım etmek önemlidir vs. Ama diğer taraftan zenginliğin ve fakirliğin kaynaklarını bildiğin "mystify" ediyor bu masal; yani saptırıyor diyelim haydi. Fakirler niye fakir? Yardımsever olmadıkları için mi? Zenginler niye zengin? Gönlü bol, kerim oldukları için mi? Hadi oradan! (Bu da çok anlatılagelmiş bir masal bu arada.) Zenginlik, Allah'ın bahşettiği bir şey; bir Müslüman böyle düşünür ya... Oradan geliyor masal. "Alan da veren de O!" Ama biz biliyoruz ki zenginlik ve adalet paralel hatlardan yürümüyor, zenginlik gökten inmiyor, fakirliğin kaderden daha farklı sebepleri var. Ama masal buradaki sembolik evreni yineliyor her şeyden evvel. En sonda değineceğim; tarihten bağımsız bir sembolik evren yok.

    Sanırım ana fikrim şu: Masal anlatmak zor iş; yorum da ucu açık bir uğraş. Kolay değil; her masal ayrı bir girdap. Ama çocukların yorumlarının bizimkinden daha "şık" olabileceği iddiası beni tam ikna etmiş değil; aksine bu şık yorumların yapılabilmesi için yetişkinlerin ilminden bir hayli sebeplenmiş olmak gerekiyor gibime geliyor. İnsanların sembol dünyasının ilk göründüğünden belki daha derin; ama bizim görmek istediğimiz kadar bilgeliklerle dolu olmayabileceğini düşünüyorum. Okuduğum masallar nedense genellikle eğreti, ahlâkî olarak zayıf, mesajları tehlikeli...

    İki noktada takılıyorum: A) Kullanılagelen sembollerin/hikâyelerin derin insan gerçekliğine doğrudan temas etmesi bir tür romantizasyon olabilir mi? B) İhtiraslar, fenalıklar, iktidarlar da aynı kanallardan (masallar kanalıyla) akmıyor mu? Bir çocuğun benliğini araması tamam; ama yönetme arzusu veya kıskançlık da anlatılıyor olamaz mı masallarda? Yani masalın sembolik çatısını neden illâ hayra yoralım?

    YanıtlaSil
  3. Masalda kıskançlık hiç anlatılmasın demiyorum; o ayrı bir konu. Anlatılsın elbette. Ama masalın çatısı, semboller ağının kaynağı bizim varsaydıklarımızdan uzak olabilir, derdim o. Örneğin Kırmızı Başlıklı Kız'da büyümek için kurdu geçmenin önemi değil; ortak bir düşmana karşı bir avcıyla, bir erkekle ittifak kurmanın önemi anlatılıyor da olabilir. Kadının toplumsal yerine dair (sonuçta "yeniden doğum" bir yetişkin erkek, yani avcı sayesinde oluyor) başka bir kaotik anlatı olarak da düşünülebilir bu masal. En nihayetinde kadınların savunmasızlığı, muhtaç olmaları değil mi konu? Hatırla: Kötü kurt, masaldaki iki kadını da mideye indirir. Doğru erkeği (masalda avcı) bulmak, kurtulmak için elzemdir. Kullandığım dil kurtulma dili, tarım sonrası toplumların patriarkal düzeninden devşirilmiş bir dil. Eğer öyleyse bu hikâye evrensel bir anlatıya değil; patriarkal toplumun meşruiyet mitlerine dayanıyor da olabilir. Çünkü tarihsellik önemli. Masalları romantize etmeden evvel iki kere düşünmemiz gereken uzun soluklu tarihsel kurgular var.

    Ha, Azade ne anlar? Korkuyu, birine sığınması gerektiğini, erkeklerin (kurtarıcılar genellikle erkek, dikkat edilecek bir husus) koruyucu olduğunu, büyümenin bir kurdun midesinden geçme riski içerdiğini anlar belki. Kurdun midesi dediğim, iktidardaki adamların yatağı... O anlamda Le Guin'den farklı olarak, bir hayli cinsiyetçi bir masal olarak da okuyabilirim ben bunu. Ama işte okumak tam da bu... Ucu açık.

    Geçmiş ne bir bilgelik mekânı ne de tümden bir kusurlu bilgi cenneti. İhtimamla ele alınmalı.

    İşin aslı abi, Azade'nin henüz bunları okuyabildiğini de sanmıyorum. Bunlar biz yetişkinlerin eğlencesi. Ben bu kanaatteyim. Azade henüz çok temel duygularla uğraşıyor diye gözlemliyorum: Korku, güven, sevgi, kıskançlık... Bunları Azade ile tanıştırmak için ben daha güçlü, en azından benim içime sinecek hikâyeler anlatılabileceğine inanıyorum. Var iyi örnekler; ama çok da bulamadım. Arıyorum. Konuşuruz.

    YanıtlaSil
  4. Ozan çok teşekkürler.. Konuya yeni bir boyut getirdin. Zaten tartışmaya açık bir konu, senin böyle eleştirel yaklaşmana sevindim. Kendimce bir iki yanıt vermek istiyorum izninle.
    Çizmeli Kedi örneğinden aynı senin verdiğin örnekler üzerinden Bettleheim da bahsediyor. O halde bu masal, hile üzerinden başarı elde etme öyküsü mü, diye sorguluyor. Bettleheim'ın söylediği, bazı masalların "amoral" olduğu, yani ahlak dışı değil ama ahlakla alakası olmadığı, karakterlerin ve eylemlerin iyi-kötü arasında gidip geldiği masallar. Bu masallarda etik-ahlaki bir öğreti yok, daha doğrusu öyle bir kaygı yok. Bettleheim'a göre bu masallardaki, temel kavram "umut". Zayıfın, ezilenin de galip gelebileceği bir dünya. Başka bir örnek "jack the giant slayer" mesela. Orada da iyi-kötü meselesi karışıktır. Jack, sonunda devleri (çocuklara dev gibi gelen yetişkinleri düşün) biçer. İyi-kötü konusunda Le Guin'de az çok benzer şeyler söyler. Masalda iyi-kötü kavramını, kendi dünyamızdan yorumlayarak eleştirebilir miyiz? Le Guin, iyi-kötü yerine "uygunluk" kavramını getiriyor. Yazıda da belirtmişim zaten, tekrarlamayayım. Ama ilk paragraflarda yazdığınla ilgili olarak sorun şu bence Ozan: Senin, benim, nereye kadar masalı iyi-kötü çerçevesinde yargılamaya hakkımız var? Durum şu ki, Çizmeli Kedi'deki ya da başka masallarda gördüğün eylemler aslında gerçek hayatta var. Sen eğer bu çocuk için uygun değil dersen, onun yerine yargıda bulunmuş olursun. Çocuğu bir nevi aptal yerine koyma tehlikesi taşıyabilirsin. Masalın temel işlevi ahlaki öğreti vermek değil, çocuğun ayırt etme kapasitesini, hayal gücünü geliştirmesi olamaz mı? Bir çocuğun, masallardan etkilenip kötücül-çıkarcı bir karaktere sahip olacağını söylemek bana büyük bir iddia gibi gelmenin yanı sıra, çocuğun ayırt etme, yargılama kapasitesini göz ardı etmek gibi geliyor.

    YanıtlaSil
  5. Devam ediyorum..
    çocuğun, kurdu içindeki bir ruhsal öge olarak görmek yerine, ondan korktuğundan bahsetmiştin. Elbette, zaten çocuklar okuduğu-dinlediği şeyi, biz yetişkinlerin eleştirel-psikanalatik araçlarıyla incelemez. Daha bütünsel olarak o masalın içindedir. Masalda korkar, sevinir, heyecanlanır vs. Ama belki de tam da olması gereken zaten bu değil mi? Duygularını hareket ettirerek belirli bir kavrayışa erişebilir. Öte yandan, teorik bir bakış açısıyla yaklaşmasa bile, çocukların masalla kendi aralarına belirli bir mesafe koyduğunu, masalları yaşasa da, o masalın içinde bir gözlemci olarak bulunduğunu düşünüyorum. Masallardaki şiddet-korku ögeleriyle de aralarına böyle bir mesafe koyduklarını varsayıyorum. Görüntü-televizyon olayı farklı elbette. Kendi çocukluğumdan travmatik anlar hep, televizyonda ya da yanlışlıkla götürüldüğüm sinema filmindeki korku-vahşet ögeleriydi ama masallardan böyle bir şey hatırlamıyorum. Bu konuda da çocuklara belirli bir rasyonalite atfedilmesi taraftarıyım.
    Hızır masalı örneğiyle ilgili olarak..evet, mal mülk talep ediliyor.. ama bunda gerçekçi bir yan yok mu? Eğer dünya barışı isteselerdi mesela, bir ilgi çekiciliği olur muydu? Yalnızca çocuklara doğru bir örnek vermek isteyen kurmaca bir anlatı olurdu. Masallarda böyle bir acımasız gerçeklik var. Bunu çocuktan mahrum bırakmak ne kadar mantıklı, bilemiyorum? Yani çocuğun bu masalı okuduktan sonra mal mülk delisi olacağını düşünmek istemem. Bir de ince bir yan var o masalda. Üçüncü kişi doğrudan mülk peşinde değil, evlilik, yani bir tür birliktelik peşinde. Elbette üçüncü kişi, doğrudan aşık olduğu kızı isteseydi belki daha çok hoşumuza giderdi ama masalın kendi iç mantığı çerçevesinde, zengin kişinin kızını istemek daha tutarlı gözüküyor.
    Masalların romantikleştirilmemesi konusuna katılıyorum. Tarihsel arka planların hesaba katılmasına da. Le Guin'i eleştirdiğim kısım, bu tarihsel süreçleri ihmal edip, Jung'un tarihsel olmayan arketipler meselesine çokça katılması. Ancak bana kalırsa, yunan mitolojilerinden, gılgamışa, grimm masalarından bugünkü yüzüklerin efendisi hatta x-men'lere kadar, ortak pek çok nokta var, bunu da inkar etmek zor gözüküyor bana. Yani tarihsellikle insan olmanın durumları-koşulları arasında, Jung ve Freud arasında, Hegel ve Marx arasında bir denge bulmak gerekiyor belki de.

    YanıtlaSil
  6. Sanırım masallardaki kilit kavram, senin de bahsettiğin "ucu açıklık". Kırmızı başlıklı kız'ın bu nedenle hem feminist hem anti-feminist okumaları var. Beni çeken de biraz işte bu ucu açıklık. Çocuklara etik eğitimde bu ucu açıklığı savunuyorum. Hem hayal gücünü çalıştırarak el ve kafa yordamıyla kendilerinin etik meselelerde kendilerinin mücadele etmesini savunuyorum, hem de bunun, gerçek dünyadaki korkunçluklarla daha kolay bir mücadele yöntemi geliştirebileceğini düşünüyorum. Çocuğun dünyanın korkunçluklarından ya da karmaşıklığından uzak tutulmaması gerektiğini düşünüyorum ama bunun da dolaysız biçimde, örneğin nazi ya da ermeni soykırımını anlatıp göstererek olamayacağını, bu şekilde anlamsız olacağını düşünüyorum. Masallar, dünyayı ve böylece de insan varlığını anlayıp yargılamayı öğrenmenin tek aracı olmasa da, araçlarından biri olamaz mı?
    Bunun dışında, romantik bir çocuk imgesi de yok kafamda. "Çocukların olduğu yerde Altın Çağ vardır" sözü, böyle bir romantizmin dışında, doğanın ve insanın kaotikliğini, kendiliğindenliğini de içeren bir söz bu anlamda. Ne çocuklar var ki, acımasız ya da şiddet yanlısı anlamında demiyorum ama (ki bu da ayrı bir tartışma konusu bence), en değme deontologlara bile taş çıkartan Kantçı bir ahlaka sahip olabiliyor.
    Seni doğru anladıysam, sanırım ayrıldığımız yer şurası: Senin esas eleştirin, öykülerin-masalların kendisiyle ilgili. Bu noktada zihninde belirli bir etik dünya görüşü var. Masalları bu dünya görüşünü temsil edecek araçlar olarak görüyorsun. Ben ise, belirli bir dünya görüşü temsil etmeleri yerine, masalların, öykülerin, mitolojik anlatıların, kendilerine özgü yapısıyla, çocukların etik bir dünya görüşü geliştirmelerine olanak sağlayacak zihinsel ve ruhsal yeteneklerini geliştirmelerini sağlayacak araçlar olarak görüyorum. Umarım doğru anlamışımdır..

    YanıtlaSil
  7. "ucu açıklık" konusuna son bir kez değinmek istiyorum..iyi-sıkı edebiyat'ta bu ucu açıklık meselesi hep vardır. bu, "nasıl yorumlarsan yorumla" anlamında bir uçu açıklık değil elbette. kafka'nın şatosu, goethe'nin seçici yakınlıklar'ı, şekspir'in hamlet'i, sofokles'in odipus'u vs..insanın kendini, çevresini ve doğayı kavrama, anlama çabasındaki yoğun mücadelelere, açmazlara vs. iniyor. Bu anlamda çocukların da sıkı-iyi edebiyat, sıkı-iyi masal-öykü hakkı olduğunu düşünüyorum. Bu sıkılık-iyilik ölçütü elbette farklı olacak çocuk öykülerinde, bunun ölçütü tartışması üzerine ayrıca düşünme fırsatımız olur umarım.

    YanıtlaSil