Perşembe

Süslenen Bir Canlı Olarak İnsan

Bu sabah gözümü açtığımda birazdan anlatacağım düşüncelerle uyandım.

İnsan nedir? sorusuna cevap aramanın geçmişi oldukça kabarık. Sokrates'in ünlü 'yolunmuş tavuk' hikayesini herkes duymuştur. Bir gün Sokrates dinleyicilerine sorar: İnsan nedir? Cevap hazırdır:
İki ayağı üzerinde yürüyen, tüysüz bir canlıdır. Bunun üzerine Sokrates ertesi gün elinde tüyleri yolunmuş bir tavuk ile agoraya gelir. İşte size İnsan! diyerek, verilen cevabın ne kadar yetersiz ve gülünç olduğunu gösterir.

İnsan (kadın ve erkek bedeni). Kaynak: wikipedia

İnsanı tanımlayan bir sürü tanım bulabilirsiniz. Farklı bilim dalları veya feylezoflar farklı cevaplar verirler. Ne var ki, çoğu akıl yürütme, dil, ahlak, vicdan, alet yapma gibi insanı diğer hayvanlardan 'üstün' kılan özellikleri üzerinde dururlar. Evet, bakın biz insanlar farklıyız. Biz doğru ve yanlışı birbirinden ayırabiliyoruz. Bakın, bizde acıma duygusu var ve vicdan sahibiyiz. Biz aklımızı kullanarak rasyonel düşünceye ulaşabiliyoruz. Olayları değerlendiriyor, yorumluyor, ona göre mantıklıca davranıyoruz. Sadece ve sadece hayvansal dürtülerimizin peşinde sürüklenmiyoruz. Biz, insanlar, dil denilen araçla anlaşıyoruz. Dili öyle bir ustalıkla kullanıyoruz ki, edebiyat, şiir dediğimiz üstün düşünce ve ifade formlarını yaratıyoruz. Hiç bir hayvan burada saydıklarımızı yapamaz. Bu özelliklerimiz bizi onlardan üstün tutar. Tanrı'nın yarattığı evrenin güzelliğini ve mucizesini takdir edebilecek ve aklıyla bilebilecek kapasiteye sahip tek canlılarız biz. Dolayısıyla, diğer tüm canlılar, insanın altında yer alan ve insana hizmet eden yaratıklardır.

Buraya kadar her şey ne kadar mantıklı değil mi? Kulağa hoş geliyor. Kendi türümüzü seviyoruz. Tabii bu bir çeşit 'ırkçılık', adına 'türcülük' denen ama benim geleceğim nokta bu değil!

Devam edelim: İnsanı tanımlama ve yine narsistik bir şekilde ona övgüler düzme yollarından biri de insanın alet yapabilme özelliği. Genel argüman şöyledir: İnsanın ne pençesi vardır, ne de keskin dişleri, ne zehirli bir kuyruğu ne de hızlı koşan bacakları. Onun sahip olduğu en önemli şey soyutlama yeteneğine sahip aklı ve başparmağı! Bu sayede kendisini hayatta tutabilecek aletleri üretebilir. Nitekim üretmiştir de! El baltaları, okuçları, hançerler, kılıçlar, ateşli silahlar, bombalar, insansız hava araçları gibi..

İnsanın ilk yaptığı aletlerden: El baltası (GÖ 1m-500bin)

Tabii son zamanda yapılan araştırmalar ortaya çıkardı ki, alet kullanan ve yapan tek canlı insan değil! Soyutlama yeteneğimizi ister istemez paylaşmak zorunda kaldık. Şempanzeler, bonobolar, kargalar...


Alet yapan karga. Hepimizin dibi düşmüştü bunu ilk gördüğümüzde.

Neyse ki, diğer zihinsel kapasitelerimiz sapasağlam yerinde ve onları kimseyle paylaşmak zorunda değiliz. Öyle mi acaba? Tilkiler veya balinalar öyle avlanma teknikleri geliştirmişlerdir ki, önceden planlama, neden-sonuç ilişkisi kurma, karmaşık sosyal davranışlarda bulunmayı gerektirirler. Yunuslar, sözgelimi, birbirleriyle bizim algılayamayacağımız ses dalgalarıyla iletişim kurar ve bilgi paylaşırlar. İnsanların da dil yeteneği hayatta kalmayı sağlayan bilgileri işaret, ses ve hareketlerle sembolleştirerek kullanılmasıyla zaten aynen böyle başlamıştı. Berkay arkadaşımın sorduğu gibi, kim iddia edebilir ki, gelecekte yunuslar insanlara benzer bir dil geliştiremez diye?

Peki, ya vicdan? Hayvanların ahlakından söz edebilir miyiz? Genel hayvan davranışlarına baktığımız zaman, bizim anladığımız ve geliştirdiğimiz anlamıyla bir doğru-yanlış anlayışı ve ahlak yasası hayvanlarda yoktur demek yerinde olacaktır. Yoksa yine mi aceleci davrandık? Şunu bir izleyin (Frans de Waal, Hayvanlarda ahlaki davranışlar, TED- Türkçe altyazılı):




Evet? Empati, eşitlik ve adalet duygularının insanlara özgü şeyler olmadığını görmüş olduk. Tabii ki, hayvanların yalnızca küçük bir kısmında böyle karmaşık sosyal ve bilişsel duyguların geliştiğini görüyoruz; ama tek bir örnek bile yeterli değil mi? Üzüm ve hıyar ayrımı yaptığınızda, arkadaşı da üzüm yiyene kadar üzümü reddetme asaletini gösteren şempanzenin insanlığa -hele de bugünün rekabet ve yarış odaklı- bana göre 'dindar ama ahlaksız' vahşi kapitalist toplumuna öğreteceği bir şeyler yok mudur?

Şimdi gelelim asıl meseleye. İnsanlığın geçmişini arkeolojik kanıtlara dayanarak araştıran biri olarak, son zamanlarda kafamı kurcalayan bir şeyler vardı. Belli ki, bilinçaltım bu mevzuyla bir süredir uğraşıyormuş ki sabah uyanır uyanmaz bu düşünceye maruz kaldım. Mevzu şu: Süslenme (self-decoration).

İnsanlık tarihine (Homo sapiens öncesi ve Homo sapiens tarihi) baktığımızda, ilk gördüğümüz nesneler kesmeye, biçmeye, parçalamaya, koparmaya yarayan yontma taş aletler! Sözgelimi el baltaları veya okuçları. Alt ve Orta Paleolitik Dönemlerde arkeolojik buluntuların hemen hemen tamamı yontma taş aletlerden oluşuyor. Sonra bir şeyler oluyor ve bir bakıyorsunuz, MÖ 35,000 civarlarından itibaren yontma taş aletler dışında süs eşyaları bulmaya başlıyorsunuz. Özellikle delikli deniz kabukluları. Bunlardan o kadar çok topluyorlar ki, her kazılan alanda veya mağarada, bazen mezarlarda hediye olarak deniz kabuğundan delikli boncuklar buluyorsunuz. Mağara resimleri, müzik aletleri, küçük heykelcikler de bu dönemde bir anda ortaya çıkıyorlar, ama amacım bunları irdelemek değil. 

Bu dönüşüm ve yenilik neden önemli?

Her şeyden önce, insan, yaşamını idame ettirmesini sağlayacak alet-edevat yapmanın ötesine geçiveriyor bir anda. Soyutlama yeteneğini, aklını, mantığını kullanarak neslini sürdürmüş ve zaman içinde evrimleşerek Homo sapiens halini almıştı zaten. Ancak, başka bir zihinsel kapasite ortaya çıkıyor: Sanat. Sanat, onun için yemek yemek, su içmek, çoğalmak, hayatta kalmak gibi bedeninden kaynaklanan doğal bir ihtiyacı değil aslında. Ama öyle ki, bugün ister kapitalist ister geleneksel olsun sanatsız bir toplum dünya üzerinde bulamıyoruz. Burada sanatın ortaya çıkışı, zihinsel kapasitedeki bir sıçrayış veya özbilinç duygusunun gelişmesi gibi şeyler üzerinde durmak istemiyorum. Tabii ki, bunların sanatın vazgeçilmezliği ve süslenmenin ortaya çıkışı ile çok ilgisi var.


Üçağızlı Mağarası, Hatay'da Üst Paleolitik tabakalarda bulunan delikli deniz kabukları (MÖ 20,000-18,000)

Natuf Dönemi'ne ait El Wad'dan kolye (MÖ 12,500 civarı)

Benim geleceğim nokta, insanın kendini süsleme ihtiyacı. İnsanın kendini, bedeninde doğal olarak var olmayan, ancak doğada bulduğu hammaddeleri dönüştürerek ürettiği bir takım nesnelerle veya boyalarla süsleme arzusu ve bunun onda yarattığı haz. Estetiğe, güzelliğe verilen önemin bir anda öne çıkması. Benlik, kimlik, grup, aidiyet, göze hoş gelme, beğenilme ve takdir görme gibi sıradan istek ve arzuların dışavurumunda bir patlama yaşanması. Hayatını idame ettirmede ona fayda ve kolaylık sağlayacak alet, edevat, konut, silahları geliştirmek yerine vaktini, emeğini süse harcamak. Bence insanı hayvanlar dünyasından ayıran ve üzerinde hiç durmadığımız, çünkü bizi onlardan üstün kılmayan, biraz gülünç ve zayıf bir özelliğimiz bu bizim.

Evrimsel psikolojiyle düşünüp insanların Üst Paleolitik Dönem ile birlikte daha rekabetçi hale gelen eş seçiminde kendilerine yardımcı olacak yapay yardımcı elemanları daha fazla değerlendirmeye başladığı önerilebilir. Nitekim, hayvanların bir çoğunda karşı cinsi etkilemeye yarayan, kendi bedenlerinden kaynaklanan özellikler vardır. En bariz örnek, erkek tavuskuşunun rengarenk tüyleri gibi. Dolayısıyla, estetik  bir anlayışın, güzelliğin çekici olmasının yalnızca insanlara ait olabileceğini iddia etmiyoruz. Ama survival derdinin dışında üretttiği nesnelerle kendini güzelleştirmeye bu kadar zaman harcayan başka bir canlı da bilmiyorum. Bir yerde, güzellik hazzının, insanın en temel ihtiyaçlarını bile geride bıraktığını görebilirsiniz. Acı çekeceğimizi bile bile estetik ameliyat yaptırmak, diş hekimine gitmek, ağda yaptırmak, upuzun topuklu ayakkabılar giymek, kulağımızı deldirmek, diyet yapmak, daracık pantalonlar giymek gibi...

Allahaşkına hangi aklı başında canlı böyle şeyler yapar? İşte etin kemiğe dayandığı nokta burası. İnsanı; rasyonel, mantıklı, ahlaklı, üretken ve yaratıcı üstün bir varlık olarak tasavvur edeceğimize, acaba -tüm bunlara ek olarak- tuhaf ve gülünç davranışlar gösteren, tüm muhteşem akıl ve dil kapasitelerine rağmen vaktinin büyük bir kısmını kendini süslemeye ve kendini sevmeye adamış, bir türlü görünmek istediği kadar rasyonel olamayan bir memeli olarak mı tanımlasak acaba?

Hayvan süsleyen tek hayvan da biziz herhalde!
Sonuç olarak, amacım süslenmeyi aşağılamak değil. İnsanın, biricik insansı özelliklerine vurgu yapmaktı. İlahi bir İnsan tasavvuru yerine böyle 'dünyalı' bir insan tanımını benimsesek, doğaya ve evrene daha hakkaniyetle ve sevgiyle yaklaşmış olmaz mıyız? Bedeninin çirkinliğini yapay nesnelerle örtebilmenin binbir yolunu bulan insancık, kendi ruhundaki çirkinliklerden sıyrılmak için ortaya dinler, yasalar, yasaklar atmadan önce ilk önce onları yargılamadan tanımak ve kabul etmek gerektiğini bilemez mi? İnsan; artık içinde olduğumuz bu Antroposen ve post-postmodern çağda kendi zayıflıklarını ve erdemlerini kabullenerek, evrendeki diğer canlıları kendine denk görmeye başlayamaz mı? Yani raad olun arkadaşlar, sadece insansınız. Ne eksik, ne de fazla. Kendini bilmemizi salık veren Sokrates'in öğüdünü tutmak o kadar zor mu?

5 yorum:

  1. Ruhumuzdaki çirkinliklerden kurtulmak için dinlere,yasalara,kurallara başvurmadan zayıflıkları tanımak ve kabul etmek zihni nasıl da zorluyor,zira 'bunu yapan insan olamaz' ifadesinin uygun düştüğü bir durum bulamamak hem sevindirici hem ürkütücü.Ayrıca kitabi dinlerde insan melek ile hayvan kapalı aralığında,uçlar dahil,otoritelerin dininde ya da kurallarında sadece insanın konumu sabitlenmiştir.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkürler bu güzel yazı için

    YanıtlaSil
  3. Biz teşekkür ederiz blogumuzu takip ettiniğiz için.

    YanıtlaSil
  4. Hegel hakkinda bilgiye ulasmak isterken yazilariniza takildim.Cok keyifli bir yolculuk yaptim ic dünyama dogru (sayenizde) Uzun zamandir bu kadar keyifle okumamistim.Tesekkürler

    YanıtlaSil