Çarşamba

Görmek


En garip sorulardan biri bence hep şudur: Atomlar nasıl oldu da belirli bir düzenek haline gelip, yine kendileri, yani atomalar üzerine düşünen bir yapı oluşturdular? Yani, insan bilincine kadar giden organik süreç nasıl ortaya çıktı?
Böyle sorunca elbette diğer canlılara, kedilere, köpeklere, bitkilere, amiplere haksızlık ediyoruz. İzlediğimiz belgesellerden belli ki, birçok hayvanla aramızda tek bir "tık" var, yani öyle aman aman bir fark yok, dil dışında. O nedenle, canlıları da alalım aramıza ve yeniden soralım: Atomlar ya da atom atom altı parçacıklar, nasıl oldu da, kendilerini, varolan varlığın içinde yeni imkanlar açacak bir yeniden üretim düzeneğine, yani canlılara dönüştürdüler?
Burada en çok kafamı kurcalayan, bana gerçekten "mucizevi" gelen nokta, canlılarda görme algısı.
Görmek ne demek? Bunun için belki önce, görmenin hiç olmadığı bir dünya düşünelim. Bunu ancak düşünmemiz gerekebilir, imgelem dünyamızda, duyularımızı en aza indirgeyerek yapabileceğimiz bir düşünsel etkinlikte bir dünya tasavvur etmemiz gerekebilir. O dünyadaki en ilkel canlıda, görmeyi, tek hücrelilerle başlayan süreçte, dış dünyaya tepki veren, değişen dış dünyaya göre sinyaller veren sensörler düşünmemiz gerekebilir. Görmek: ilkel organizmalardan günümüze, evrenin kendi başınalığına bir son veren başka bir evren.
Merleau-Ponty'lerin yanıldığı nokta da sanırım tam buydu: görmenin hayvansal-bitkisel ve hücresel boyutuna inmemek. Tam bu satırları yazdığımda içeri giren bir kara kelebek, kendisine gelen uyarılara göre hareket ederken hem görüyordu hem görmüyordu. Yani karşısındakinin ne olduğunu bilmiyordu ama kendi yaşamsal stratejisi için, kendisine göre en uygun hareketi seçebiliyordu. Elbette bizim ekstra üretimlerimiz olan mum gibi şeyleri hesaba katamayıp ölmedikleri sürece. 
Kısacası görmeyi, sadece insanın şu ya da bu objeyi görmesi ve tanımlaması olarak aldığımız zaman, bu, son derece mucizevi bir eylem. Ama bu eylemin evrimsel tarihinde, görmek, yalnızca bu anlamda görmek değil, belirli sensörlerin, dış dünyadaki iletilerine tepki vererek hareket etmesini içeriyor. Ama aslında görmenin olağanüstülüğü tam da bu noktada ortaya çıkıyor: Belli ki görmek, salt insana özgü olmayan, canlının evrimine özgü, kendini dış dünyaya göre konumlandırma ve kendini ona göre hareket ettirme sanatı. Canlılık ve görmeyle ilgili esas soru da belki de burada ortaya çıkıyor: Dış dünya dediğimiz şey nedir? 
Büyük ihtimalle iç dünya ve dış dünya diye bir şey, "objektif" dünyada, yani dünyanın, evrenin kendi işleyişinde yok. Canlılığın, organizma olmanın en temel özelliği ise, kendine başta böyle bir iç ve dış dünya düzeneği kurgulamasında yatıyor.  Taa tek hücrelilerden günümüze kadar gelen süreçte, biz organizmalar olarak, belli ki, kendimize ait olağanüstü bir evren yaratmışız. Evrenin kendisinde olmayan renkleri görüyor, evrenin kendisinde olmayan sesleri duyuyor, evrenin kendisinde olmayan kültürleri kuruyoruz. O zaman, canlılık, evrenin içinde kendi kendine kurulmuş bir çılgınlık mı? Ama matematik hayır diyor şimdilik, çünkü kendi evrenimizden çıkardığımız hesaplarla, taa Mars gezegenine, bizim olmayan evrene, bir alet indirebiliyoruz. Burada, dış-objektif evren ve iç-subjektif evren arasında gitgeller başlıyor. Biz canlılara atfedilen bütün teolojik ve teleolojik varsayımları geçsek de -ki doğru düşünmek için onları geçmek gerekiyor- bu noktada yine de başa dönüyoruz:
İyi de, atomlar nasıl oldu da belirli bir düzenek haline gelip, yine kendileri, yani atomalar üzerine düşünen bir yapı oluşturdular?

5 yorum:

  1. felsefenin tüm kadim soru ve sorunlarına değinen ve bir fikir uçuşması şeklinde bir yazı. işte ama bunu seviyorum, merak eden bilinç ve kendi üzerine düşünen bilinç. o yüzden eline sağlık.çünkü çevremiz şaşırmayı unutmuş robotik canlılarla dolu.
    renkler,kokular,sesler bir özne onları öyle tanımladığı sürece varlar, değil mi?
    gözün evrimi de mükemmel bir olay gerçekten. ben de şunu merak ediyorum, başka hangi duyu organlarımız yok da 'dış dünyayı' sadece ve sadece koku-renk-ses-tat olarak algılayabiliyoruz? bize engin gelen bilincimiz aslında kim bilir ne kadar da sınırlı bir şey ve tüm bilgi vedeneyimlerimiz bu sınırlılığa mahkum olmuş durumda...

    YanıtlaSil
  2. Arkadaslar, bilinci duyu organlarina veya gormeye indirgemediginizi anliyorum ama biraz daha dikkatli olmak gerekiyor gormek (veya herhangi bir duyu organi veya duyusal deneyimler) uzerinden bilinc uzerine sorular sorarken, zira bu duyu organlari cogunlugunki gibi calismayan insanlarin bilinclerini unutmus veya azimsamis oluyoruz. Goruyorum oyleyse varim degil ama, varim oyleyse goruyorum, gibi bir sey cikmis bu yazidan, varim oyleyse gormuyorum ama baska turlu algiliyorum dis dunyayi, da diyebilmek lazim.
    Ayrica teleoljik dusunmeyi niye bir yere birakiyoruz? Teleolojinin yerine daha saglam bir alternatif mi bulundu? Bulunduysa buradan haber edin:)

    YanıtlaSil
  3. Duyu organlarına indirmek gibi bir durum yok bence. Bilinci duyulara indirgemenin mümkün olduğunu da sanmıyorum ama duyulardan yola çıkarak bilinç üzerine düşünmek gerek diye düşünüyorum. Görmek, görmenin evrimi, bilinç üzerine enteresan şeyler getirebilir. Ama insandan işe başlarsak, bazı noktaları kaçırabiliriz. Sudaki ilk canlılarında "göz" dediğimiz şey nasıl evrildi?
    Teleolojinin sorunu ise, doğaya belirli bir amaç yüklemede. Bu amaç yükleme, insanın bir ihtiyacı. Evrende, hatta evrimde böyle bir teleoloji öne sürmek, ister istemez Tanrı'ya götürür. Oysa evrimde ve evrende basbayağı zar atma, rastlantısalık var. Hatta tek zorunlu şey rastlantısallık denebilir sanırım.

    YanıtlaSil
  4. adsız yorumun için sağol. teleoloji üzerine bir yazı yazmak elzem oldu artık. bu zamana kadar niye yazmadık? teleoloji faydalı olabildiği gibi, yanıltıcı da olabiliyor. tarihi, evreni anlamada genelde herşeyi çok anlamlı gösteriyim derken, tamamen öznel kurgular yapmamıza ve aslında herşeyi yanlış anlamamıza yol açabiliyor. omnis'in dediği gibi aşkın varlıklara götürebiliyor herşeyi. teleoloji sonuç olarak kendimizi içine hapsettiğimiz ve bir kere içine girdik mi bir daha çıkmakta çok zorlandığımız bir düşünce biçimi. dikkatli olmak gerek.

    YanıtlaSil