Devletin ortaya çıkışının üzerinden ise tam 5000 yıl geçmiş. Çok uzakta değil, ilk devletler 'Yakındoğu' coğrafyasında, Mezopotamya'da kent devletleri olarak ortaya çıkmışlardı. Artan nüfus, nüfusu besleyecek tarım alanlarına olan ihtiyaç, üretimi artıracak su kanallarının inşası, bunların güven altına alınma gerekliliği, toplumlar arası çatışmalar, savaşlar, ahlaki çürüme, hırsızlıklar, güçlünün zayıfı ezmesi, artan ticaret, prestij nesnelerine sahip olma isteği, birilerinin iktidar arzusu, birilerinin korunma isteği, birilerinin yönetme, birilerinin yönetilme arzusu devlet denen aygıtı doğurdu. Devlet, bürokrasi ile doğdu, olan biteni kontrol etme isteğiyle doğdu. Özellikle üretimi ve tüketimi (yeniden dağıtımı) kontrol etme isteği ile doğdu. Devlet, kralı ve bürokratları yarattı, kral ve bürokratlar da devleti. Devlet, yazıyı doğurdu. Bürokratlar o gün bugündür devlet için kayıt tutuyorlar. Bugün devleti tarih dışı, hep var olmuş hep de var olacak olan bir aygıt olarak görmeye alışığız. Halbuki, devletin ortaya çıkması için binlerce yıl geçmeliydi insanlık tarihinde, yok olması için de binlerce yıla ihtiyacımız var belli ki.
Kralın koruması altında Hitit Kralı Tudhaliya ve onu koruyan Tanrı Şarruma |
Devlet tarih dışı bir şey değil, aslında devlet diye bir şey de yok! Devlet bir 'şey' değil aslında. Dilimiz alışmıştır 'devlet yaptı', 'devlet istiyor', 'devlet verdi' demeye. Çok büyük bir sırrı açıklıyorum şimdi: Devlet diye bir şey yoktur. Devlet dediğimiz 'kudretli yaratık' kanlı canlı bir takım insanlardan oluşan hiyerarşik bir örgütlenme biçimi önünde sonunda. Ve tam da bu nedenle hem sıradan hem de ulaşılmaz bir şey. Hem hayatın her alanında karşımıza çıkıveriyor hem de elle tutulmaz, gözle görülmez bir şey. Bu yüzden hem hiç bir gücü yok hem de gücü çok. Devlet; sanki biraz Tanrı gibi.. Mezopotamya'daki ilk kralların Tanrı-kral olması, ilk tapınakların gücün ve erkin toplandığı ekonominin can damarı olması tesadüf olamaz. Ekonomik ve siyasi erki elinde bulundurmanın getirdiği ayrıcalıklı konumun tadını çıkaran ilk krallar, ilk rahipler ve ilk bürokratlar, kendi ayrıcalıklı konumlarını gerekçelendirmek için, bunu aşkın bir güce dayandırmanın basit ve bir o kadar da etkili bir yöntem olduğunu o zamandan görmüşlerdir. Bugünkü devletler -hele de Batı'nın Orient dediği geri kalmış coğrafyada- hayatımızın her alanına nüfuz etmiş ve yokluğu tasavvur bile edilemez hale gelmiş elinde sopası olan bir hayalet gibi kol geziyor. Sevdiğiniz kişiyle evlenirken, arabanıza benzin alırken, sokakta eylem yaparken, yurtdışına çıkarken, internete girerken, maaşınızı alırken, okula giderken hiç yakanızdan düşmeyen, sürekli kapınızı çalan davetsiz bir misafir gibi. Devlet, peşinizi bırakmayan bir Stalker gibi.
Ve ölürken...Hayatınızın her önemli anında sizi yalnız bırakmayan bu aygıta hizmet eden adamlar sizi burada da yalnız bırakmayacak. Yaşamınızın devamına ve sonuna da o karar verebilir. Yaptığımız sözleşmede bu şartlar ve koşullar yazılı. Siz bir sözleşme imzalamadınız mı? Pardon, sizden önceki halklar imzalamıştı sizin yerinize. Siz de düşüverdiniz devletin hırçın pençelerine. Tıpkı tarihe ve kültüre, bu adaletsiz dünyaya düştüğünüz gibi. O yüzden Tanrı-devletin Tanrı-kralını tarihsiz olarak görmeye devam ettiğimiz sürece, ölümümüzü bile onaylama hakkını kendinde gören 'devlet' olarak hareket eden ve kimin çıkarlarını koruduğu aslında gün gibi aşikar olan ama hep 'halk için' görev başında olduklarını iddia edecek olan 'böyük dövlet' hayaletiyle yaşamaya devam edeceğiz. Osmanlı'dan devraldığımız mentalite ile tarihin içinde hafızasız bir balık gibi süzülmeye devam ettiğimiz bir anda, Roboski Hadisesi bize devletin ortaya çıkış amacını, soğuk varlığını ve varoluşunu sürdürme taktiklerini bir daha yüzümüze vurdu. Tarihte ortaya çıkan herşey değişmeye, dönüşmeye, eğer ki bunlar olamıyorsa, yok olmaya mahkumdur. Devletin sonunu böyle keyfi katliamlar getirecek; çünkü nihayetinde hiç bir kral, hiç bir rahip ve hiç bir bürokrat Tanrı değildir.
Bütün devletler katildir. |