Ananem kendisini son ziyaretlerinde kendi geçmişinden daha sık bahsetmeye başladı. Son gittiğimde konu, kocasıyla yani dedemle tanışıp evlenmeden önceki kısmetleriydi: Kendisini isteyen adamlar, kendisinin isteyip de dile getiremediği adamlar, kendisi için başkalarının önerdiği adamlar vs. Bütün anlattığı o bazen neşeli bazen acıklı tanışmalar ve ıskalamalardan sonra şöyle dedim kendisine bencilce: "Boş ver ya anane. Ali Bey değil de Cemil Bey olsaydı, ben olmazdım burada." Dedi ki, "olur mu canım, bir şekilde olurdun sen yine." Ananelerin sözünü ciddiye almalı. Evet, ben, bugünkü ben olmazdım belki ama yine olurdum. Çünkü ben, biricik ve özel bir şey değil, öncelikle biyolojik türün yaşam stratejisi, sonra da insan türünün tarihinin oluşturduğu en genel anlamıyla kültür sürecinin parçası olarak beliren zorunlu bir yanılsamayım. Ne doğumumdan önce vardım ne de ölümümden sonra olacağım. Türümün kendini hem biyolojik hem de kültürel olarak yeniden üretmesi için ortaya çıkan bir avatarım. Ancak burada şöyle tuhaf bir durum da var. Ben kavramının psikolojik boyutunu bir kenara koyduğumuzda ve doğumu neden-sonuç ilişkisi içinde düşündüğümüzde, olay dizisi organik süreci aşıyor. Ananem Ali Bey'le değil de Cemil Bey'le evlenseydi ben ne olurdum sorusu, geriye gittikçe sonsuz sayıda olasılığı ortaya çıkarıyor: Büyük Patlama'ya kadar giden bir olasılıklar ve neden sonuç ağını.
Bu konuda zihnime ilk şaplağı vuran rakı masasındaki bir arkadaşım oldu. Evrende bir kutsal öznenin, yani Tanrı'nın parmağı olduğuna tıpkı benim gibi inanmayan arkadaşıma, neden tek tanrıcılığın en önemli metinlerinden Nedenler Kitabı'yla bu kadar ilgilendiğimi ve hatta onu çevirdiğimi açıklıyordum. Emanasyon görüşüne bağlı olan ve yazarı belli olmayan Nedenler Kitabı'nda kabaca, her şeyin ilk nedenden çıktığı, ondan sonraki bütün aşamalarda ve sonuçlarda bu ilk nedenin bulunduğu, milyarlarca yıl sonraki bir neden-sonuç ilişkisinde de ilk nedenin bulunacağından bahsedilir. Hatta birkaç yerde vurguladığı üzere, uzaktaki neden, yakındaki nedenden daha üstün ve etkilidir. Tıpkı insan yaşamında olduğu gibi. Yetişkinlikte yıllarca dönüp dolaşıp takıldığımız meselelerin altında çoğu zaman çocuklukta yaşananlar ya da öğretilenler yatabilir. Yaratıcı bir özne fikri dışında, içten içe hep kendime yakın bulduğum mutlak determinizmi anlatıyordu Nedenler Kitabı. Arkadaşıma göre bu doğruydu; olan her şeyin temelinde Büyük Patlama'daki dağılmanın ve dağılan şeylerin (mesela maddi-anti madde) birbirine oranı vardı. Dünya'da yaşamın ortaya çıkmasından benim bu satırları yazmama ve bundan sonra yapılacak tüm seçimlere ve gerçekleşecek olaylara dek, her şey bu patlamayla belirlenmişti çoktan. Bunda ise bir sihir ya da Tanrı'nın parmağı yoktu, duvara çarpan bardak böyle parçalanmıştı işte, zamanın oku yaydan bu koşullarda çıkmıştı. Mutlak determinizm, eğer Büyük Patlama varsa, baştan sonra doğru ya da şu andan başa doğru bakıldığında bana kaçınılmaz olarak geliyor. Belki de bazı yanılgılar, sürece başından mı sonundan mı baktığımızla ilgili. Eğer sonlardan bakarsak, örneğin Dünya'da yaşamın oluşma olasılığı, piyango biletine her hafta büyük ikramiyenin vurmasından bile düşüktür. Zaten "işte bütün bunlar şans eseri, tesadüfi mi oldu?" diye soran dindarlar da, bilim insanlarının bu olasılık hesaplarını örnek gösterir. Ancak Dünya'da yaşamın ortaya çıkma olasılığını, Büyük Patlama'dan sonraki parametreleri tek tek izleyebilseydik, bunun zorunlu olduğunu görecektik. Tam karşılığı olmasa da zar örneği belki daha açıklayıcı olabilir. 6'lı bir zarda 6 atışta da 4 rakamının gelme olasılığı 6 üzeri 6'dır. 100 kere arka arkaya gelme olasılığı 6 üzeri 100'dür. Yani olasılık, gittikçe-ilerledikçe düşer. Ama öbür yandan, her zar atışında 4 gelme olasılığı 6'da 1'dir. Yani 99 kere arka arkaya 4 gelse bile, bir olasılık evreninde 100. kere 4 gelme olasılığı 6 üzeri 100 iken, öbür olasılık evreninde yine 4 gelme olasılı 6'da 1'dir. Yaşamın ortaya çıkması için gerekli koşulların oluşma olasılığı da, biz 100. atıştan gözlemlediğimiz için, inanılmayacak derecede küçüktür ve akıllı tasarım ya da Tanrı'nın parmağı savunucuları bu düşük olasılığı sürekli gündeme getirir. Ancak 1. atıştan 100. atışa kadar Büyük Patlama'nın gelişen parametreleri baştan itibaren incelenirse, yaşamın ortaya çıkışı bir zorunluluk olarak gözükecektir. Çünkü Büyük Patlama ile atılan zarda, yaşamın ortaya çıkma koşulları vardır, elbette bu zar tek bir 6'lı zar değil, baştan itibaren uzay-zamanın her anı ve mekanında olasılık evreni sürekli artan ama bir yandan baştaki parametrelere bağlı olan bir neden-sonuç ağıdır. Büyük ikramiyeyi kazanma olasılığı da yüz milyonda bir olabilir ama çekiliş diye bir şey olduğundan bir kazanan olması zorunludur.
Peki eğer, biraz sonra yapacağım şeyle, aynı anda milyonlarca ışık yılında olacak olan şey, Büyük Patlama'ya kadar giden zorunlu bir neden-sonuç ağına dayanıyorsa, bu, özgürlüğün sonu anlamına mı geliyor? Zihnime bu konuda diğer şaplağı vuran, rakı masasındaki diğer bir arkadaşımdı. Şöyle dedi: mutlak determinizmin olduğu yerde mutlak özgürlük vardır ve ancak mutlak özgürlüğün olduğu yerde mutlak determinizm vardır. Burada özgürlüğü ya da özgür iradeyi, kültürel anlamından soyutlayıp, yaptığımız şeyin zorunlu olmayıp, olasılıklardan birini seçme şansına (iki anlamıyla da "şans") indirgeyelim. Bu anlamda özgürlük kavramından kasıt, olasılıklardan birinin olma zorunluluğu değil, olasılıklardan herhangi birinin olma olasılığı. Şöyle ki, olacak olan şey, ancak olduğu zaman zorunlu olur, ancak olduğu zaman geçmişteki bütün neden sonuç ağına bağlanarak uzay-zamandaki yerini alır. Bu sanki sezgimize ters gibi. O zaman başa dönmeye çalışalım. Büyük Patlama'dan ananemin Ali Bey'le evlenmesine kadar geçen, sonsuz sayıda olasılığın bir bir gerçekleşerek zorunlu bir nedensellik yarattığı süreçten sonra, benim, bir de milyonlarca sperm hücresi arasından sıyrılıp gelmem, ta Büyük Patlama zamanından "yazılı" değildir. Ancak o zamandan beri, temel parametrelere dayanarak açılan neden sonuç ağı, sonunda benim ortaya çıkmamı zorunlu kılar. Başka bir deyişle, ben, ancak dünyaya geldiğimde bütün arkamdaki neden sonuç zorunluluğu açığa çıkar, görünür olur. Ya da bir futbol maçını düşünelim. Diyelim ki 86. dakikada gol oldu. O anda gol olmasının nedeni bir kafa vuruşudur. Kafa vuruşunun nedeni sağ kanattan yapılan bir ortadır. Ortanın nedeni, daha önce verilen taçtır vs. Tabii tek bir doğrusal neden sonuç çizgisinden gol olmaz. Top ayağında olan oyuncu dışında, sahadaki tüm aksiyonla beraber, hava ve taraftar gibi saha dışındaki faktörler de etkilidir. Ama sonuç olarak maç boyu yaşanan bütün parametreler ve koşullar, 86. dakikadaki golü zorunlu kılar. Maçın başında 86. dakikada gol olacağı belli değildir ama sahanın ölçüsü, kurallar, zaman, yapılacak hareketler bellidir. Yine de maçın başında kaçıncı dakikada gol olacağı belli olmasa da, gol olduğu an, olasılıklar evreninde arkasında zorunlu bir nedenler ağı bırakmış olur.
Mutlak determinizm ve mutlak özgürlüğün birbiriyle olan bağını Michael Ende Bitmeyecek Öykü'de anlatıyor diye düşünüyorum. Tek tek dilekleriyle Fantazya'yı yeniden yaratan Bastian, dileklerinden sonra ortaya çıkan şeylerin önceden orada mı olduklarını yoksa bir biçimde kendisinin mi ortaya çıkardığını sorduğunda, "her ikisi de," der Graograman. Çünkü "bir öykü yeni olabilir, yine de çok eski zamanları anlatabilir. Geçmiş onunla birlikte doğar." Sanırım bu betimleme, hem evrenin tarihi hem de insanın eylemleri için de geçerli olmalı. Evrenin yapısının sayısız parametresi, koşulları ve olasılıkları, sanki evreni tamamlanmamış bir puzzle'a dönüştürüyor. Evren henüz tamamlanmamış bir yapı, içindeki koşullardan kendisine ne olacağını en baştan kendisi de bilmiyor. Ancak ne olacaksa, yine yalnızca kendi parametreleri ve koşullarından olacak. İnsanın bütün davranışlarını, daha kendisi hareket etmeden, ölçülemeyecek kadar kısa bir süre önce hep sinir sistemi belirleyecek. Ama dünyayı daha güzel ya da daha berbat bir hale mi dönüştüreceğini yine sinir sistemiyle bir bütün olarak kendisi belirleyecek. Yaptığı şey, belki yapmak zorunda olduğu şey olmayacak ama yaptıktan sonra geçmişe baktığında zorunlu hale gelecek. Evren sonunda içine kapanıp çökecek mi yoksa sonsuza dek genişleyecek mi? Bastian kendini diktatör ilan edip Fantazya'yı harap mı edecek yoksa Fantazya'yla kendisinin birbirlerinin içindeki aynalar olduklarını anlayacak mı?
Metaforik olarak düşünürsek, evrende uzaklara baktığımızda hep geçmişi görmemiz yalnızca mesafelerden değil belki de.