Çarşamba

Beyninin sol lobundan vazgeçmeye hazır mısın?


Okumadan önce videoyu izlemenizi tavsiye ederim ama izleyemem diyorsanız özetle şöyle: Beyin araştırmaları yürüten Jill Bolte Taylor adlı bu kadın, bir sabah uyandığında bir inme geçiriyor. Kendisinin de anlattığı gibi, beyninin sol lobu yavaş yavaş tüm fonksiyonlarını yitirmeye başlıyor, bunun sonucunda kadın bir süre yalnızca sağ lobu ile dış dünyayı ve kendisini algılamaya başlıyor. Bu olağanüstü deneyim onu çok etkiliyor ve hatta yaşama dair fikirlerini kökten değiştiriyor; zira beyninin sol lobu çalışmadığı süre zarfında evren ve dünya ile bütünleştiğini, kendi varlığının sınırlarının ortadan kalkıp dış dünyanın içine bir enerji olarak aktığını bizzat deneyimliyor. İnmeyi geçirdiği sabah yaşadığı tüm şeyler içinde en ilginci bence kendi bedeninin sınırları ile dış dünyanın sınırlarının ortadan kalkmasına tanıklık etmesi:

"I can't define where I begin and where I end...All I can detect is this energy, energy.."  
Konuşmasının devamında aynı duyguyu şöyle tanımlıyor:

"Euphoria, euphoria.. I felt enourmous, expansive, a great whale gliding through sea of silent euphoria."
'Nirvana'ya ermek olarak nitelendirdiği varoluş hali bu! Dr. Taylor'ın yaşadığı deneyim insan bilincinin yapısı, sınırları ve işleyiş şekli ile ilgili bir sürü ilginç ipucu sunuyor. Herşeyden önce, çok gelişmiş olduğunu söylediğimiz beynimizin belki de dış dünyayla huzur ve barış içinde, tek bir enerji kaynağı olarak birleşmemizi engelleyen parçalara sahip olduğunu anlıyoruz. İnsanın yalnızca içinde bulunduğu mekan ve zaman içinde doğa ile bütünleşik bir varlık olarak yaşamını sürdürdüğü gerçeğini çoğu kez göz ardı etmemize, hatta bu duyguyu deneyimleyememize, yol açan koskoca bir sol lob ile yaşamaya mahkumuz.

Şimdi ve burada'yı yaşamayı başardığımız ender anlar aklınıza geliyor mu? Uzun yıllar içinde sayılıdır bu anlar. Bazen bizi buluverir böyle duygular. Benim başıma genelde uzun uzun denizi izlediğimde ya da yüksek bir yerlerde ıssız bir vadiye bakarken gelir böyle anlar. Nadiren de olsa, sevdiğim arkadaşlarımla bir aradayken de benzer hisler yaşadığım olmuştur. Kendimi unutup dışımdaki doğayla yakınlaşma anları olarak tanımlayabilirim bunları. İnsanın içinde bir anda beliren sonsuzluk, barış, huzur, uyum duygusu. Evrende hiç bir şeyin ters gidemeyeceği, her şeyin böyle olması gerektiği için böyle olduğu duygusu. Bir çok insanın belki Tanrı'nın varlığı diye tanımlamayı seçtiği, tam olarak nereden geldiğini bilemediğiz bütünlük ve bütünleşme hissi. Freud'a bir arkadaşının yazdığı mektupta 'oceanic feeling' olarak tanımlanan duygu bu. Tüm hırslarımızdan ve sorumluluklarımızdan kurtulduğumuz, ne kadar küçük şeylere kafayı takarak hayatımızı geçirdiğimizi fark ettiğimiz, bir anda tüm evrenin sırrı içimize kendiliğinden yayılıyormuş gibi enerjiyle dolduğumuz ufak anlar. Belki Dr. Taylor kadar sol lobumdan tamamen bağımsızlaşıp dış dünya ile tek bir enerji olarak birleşmeyi başaramamışımdır, ama onun betimlediği gibi, tüm duygusal yüklerimden ve sorumluluklarımdan kurtulmayı birkaç saniye için başarıp Şu Anda ve Burada olduğumun dayanılmaz hafifliğini hissetmişimdir böyle zamanlarda. Hayatımızın en güzel anları diye tanımladıklarımız da bunlar değil mi zaten? Ya da bazı uyuşturucuların insan bilincine yaşattığı da böyle bir şey değil midir?

Nedir bu sağ ve sol loblar çelişkisi? Sol ve sağ loblar arasındaki fark burada işte:    
Sağ lob şunu yaşatıyor insana:
We are perfect, we are whole and we are beautiful!
Sol lob ise geçmiş ve gelecek ile ilgili, dil aracılığıyla konuşuyor ve Ben, Ben deyip duran bölge:
It's all about the past and it's all about the future! It says 'I AM.I AM.'

İşte içimizdeki biz bu. "These are the we inside of me." diyerek hepimizin zaman zaman yaşadığı kişilik bölünmesini yaratıyor beynin birbirine hiç de benzemeyen iki tarafı. Evet, aynen "Bir ben var benden içeri" derken kasteddiğimiz şey gibi. Ya da Sabahattin Ali'nin İçimizdeki Şeytan'da tarif ettiği duygu da böyle bir şey olabilir. Şimdiyi yaşamak isteyen tarafla geçmiş ve geleceği kendine referans noktası olan iki farklı bilinç halinin sürekli akıp giden çatışması ve onun yarattığı çelişkinin kurbanları olarak biz.

İçimizdeki Şeytan'da da üzerinde durulur bu yaman çelişkinin. Romanın en bilge karakteri Hafız Efendi şöyle dememiş miydi?

"Hayat dediğin şey başka nedir zaten? Ben şuna inanıyorum ki, üç buçuk günlük ömrümüzü kendimize zehir etmemek için ne mazideki hayatımıza ve kaçırdığımız fırsatlara ne de istikbalin olmayacak hulyalarına kulak asmayarak bugünümüze hapsolup yaşamalıyız."
Şimdi bu tespiti yaptıktan sonra buradan çıkarılacak kıssadan hisse ne oluyor derseniz, ben yine karamsar bir tablo çizmekten öteye gidemeyeceğimi peşinen teslim ediyim. Üç buçuk günlük ömrümüzün tamamına yakınını dünü ve geleceği düşünerek harcadığımıza göre ve topyekün insanların sol loblarından vazgeçmesi mümkün olmadığı için (ki bu toptan medeniyet, tarih ve kültür denen şeylerden feragat etmeyi gerektirir) insanın trajedisi devam edecek. Zaten insanın mutlu olması ya da mutluluk için çabalaması gerektiği gibi bize salık verilen zırvalar da kendi trajedisinin zavallı bir yansıması. Mutlu olmanı sağlayacak bir beyin yapısına sahip değilsin ki! Kuşlar, böcekler, balıklar senden daha mutlu. Seni ise ömrünün sonuna kadar esir alacak bir kocaman beynin var, bilincinin sınırları var, bilincinin ötesine geçmen (Dr. Taylor gibi  bir inme geçirmedikçe) mümkün değil. Geçmişine ve geleceğine mahkumsun, bugününden ve buradan kaçıştasın. Fight Club filminin çok sevdiğim bir sahnesi var. Tyler Durden'in Edward Norton'ın eline asit döktüğü sahnede acı içinde kıvranan zavallı Edward Norton başka bir mekana ve zamana geçmeye çalışır kafasında, halbuki Tyler onu oradan alıp şimdiye ve buraya getirir:

"Bu senin hayatının en güzel anı, niye başka bir yerlere gitmeye çalışarak bunu mahvetmeye çalışıyorsun?"

-What is this?
-This is chemical burn.
Hem acı çektiğimiz hem de mutlu olduğumuz anları yaşamaktan çekinen zayıf bir tarafımız olduğu için, geçmiş ve gelecek -varolmasalar bile, ki yoklar- bizi tutsak aldıkları için şimdide ve burada yaşayamadan bu dünyadan çekip gidiyoruz. Geride bıraktığımız medeniyet -insanlığın büyük başarıları- burada ve şimdide yaşayamamızın maddi tanığı ve kalıntılarıdır. İnsanlar neden yaşlanınca çocukluklarına dönerler? Çocuklukları onların şimdi ve buradayı yaşadıkları yegane zaman dilimidir de ondan. Gerisi Dr. Taylor'ın dediği gibi 37 yıllık duygusal yük. İnsanın kendi çıkmazının farkında olup bununla ilgili hiç bir şey yapamaması ne kadar trajik değil mi?

İnsanın mutlu olma ülküsü ile apaçık dalga geçen sevgili Freud acı gerçeği Civilization and Its Discontents'de şöyle ifade etmişti:


"One feels inclined to say that the intention that man should be happy is not included in the plan of 'Creation'.. Unhappiness is much less diffucult to experience."

Hadi cümleten geçmiş olsun!