Perşembe

Tuhaf Komşu Çocukları



İleri gelen ailelerden bir kız, bir oğlan, iki komşu çocuğunun yaşları, ileride evlenmelerine müsaade edecek kadar birbirlerine yakındı; aileleri de bu niyetle her ikisini beraberce yetiştiriyordu. Ama kısa sürede fark edildi ki, bu evlendirme niyeti gerçekleşmeyecekti, çünkü bu ikisinin huyları ne kadar mükemmel olursa olsun, çocuklar birbirlerine karşı bir isteksizlik duyuyorlardı.

Belki de bu ikisi birbirine fazla benziyordu. İkisi de içlerine dönük, isteklerinde kararlı, ilkelerinde sağlamdı. Her biri oyun arkadaşlarınca sevilip sayılıyordu; bir arada oldukları zamansa birbirlerine karşılardı, yalnızken yapıcı, ama karşı karşıya geldiklerinde yıkıcılardı. Farklı planları olsa da, karşılaştıkları yerde sanki aynı amaç uğruna rekabete giriyor gibiydiler; başka her yerde son derece terbiyeli ve sevimlilerdi, ama birbirlerine karşı kötü hatta acımasız düşünceler içindeydiler. Bu tuhaf ilişki daha çocuk oyunlarında bile ortaya çıkıyordu ve yıllar geçtikçe devam etti.

Erkek çocuklar savaş oyunlarında ikiye bölünüp birbirlerine saldırırlardı. Bu inatçı cesur kız, bir keresinde bir ordunun başına geçip karşı tarafa karşı öyle güçlü, öyle acımasızca savaştı ki, asıl rakibi olan komutanı dışında ordudaki herkes kaçmak zorunda kaldı, ancak sonunda rakip ordunun cesur komutanı kızı esir almayı başardı. Ama o zaman da o kız kendini öylesine kahramanca savundu ki erkek, gözlerini korumak ve kız arkadaşa zarar vermemek için ipek boyun bağını yırtıp onun ellerini bununla sırtında bağlamak zorunda kaldı. Kız, bunu hiç affetmedi, hatta ona zarar vermek için gizli işler ve denemeler yaptı; öyle ki bu acayip tutkulara çoktan beri dikkat etmiş olan anne babalar birbiriyle anlaşıp bu iki düşman yaratığı ayırmaya ve o sevgili ümitlerinden vazgeçmeye karar verdiler.

Oğlan çocuk, yeni ortamında hemen kendini gösterdi. Her derste başarılıydı. Destekleyenler ve kendi eğilimi onu asker sınıfına yönlendirdi. Bulunduğu her yerde sevilip sayılıyordu. Çalışkan tabiatı sanki yalnızca başkalarının iyiliğine, rahatlığına yarıyordu ve o, tam bilincinde olmasa da, doğanın ona sunduğu tek rakibi ortadan kalktığı için mutluydu. 

Buna karşılık kız, birden bire değişmiş bir durumda ortaya çıktı. Yıllar, artan bir eğitim ve daha çok belli bir iç duygu, onu şimdiye kadar erkek çocuklarla oynadığı o şiddetli oyunlardan uzaklaştırdı. Yine de genel olarak sanki bir şeyi eksikti: Etrafında, öfkesini patlatmaya değer hiçbir şey yoktu.

Onun bir zamanlar komşusu olan rakibinden daha yaşlı, mevki sahibi, varlıklı ve önemli, toplumda sevilen ve kadınlarca aranan genç bir adam bütün ilgisini kıza yöneltti. Bir dostun, bir sevgilinin, bir hizmet edenin ona talip olması ilkti. Ondan daha yaşlı, daha kültürlü, daha parlak ve daha iddialı kızlar arasında ona öncelik vermesi çok hoşuna gidiyordu. Taciz etmeksizin devam ettirdiği ilgisi, hoş olmayan çeşitli tesadüflerdeki desteği, ailesine karşı gerçi telaffuz etmediği, ama henüz çok genç olduğu için o sakin ve yalnızca umut dolu isteği: Bütün bunlar kızı ona çekiyordu ve geleneğe bağlı çevrenin sanki her şeyi artık olmuş bitmiş olarak kabul edişi de onu adama doğru sürüklüyordu. Kız sık sık gelin olarak çağrılıyordu ve kendisi de buna alışmıştı; artık her ikisinin de yüzük takması için bir engel kalmamış gibi gözüküyordu. 

Bu huzurlu gidişat, nişan töreniyle de bozulmadı. Her iki taraf da tadını çıkarıyor gibiydi; bir arada yaşamaktan hoşlanıyorlar, bu güzel mevsimin müstakbel birlikteliklerinin ilkbaharı olarak tadına varmak istiyorlardı. 

Bu sırada o uzaktaki erkek rakibi çok güzel yetişmiş, hayatının hak edilmiş bir basamağına ulaşmıştı ve izinli olarak ailesini ziyarete geldi. Doğal olarak ama yine de tuhaf bir şekilde güzel komşusuyla karşılaştı. Kız, son zamanlarda içinde yalnızca hoş nişanlılık duyguları beslemişti, çevresindeki her şeyle uyum içindeydi, mutlu olduğunu sanıyordu ve bir bakımdan öyleydi de. Ama şimdi, uzun zamandan beri ilk olarak bir şey yine ona karşı duruyordu. Nefret etmeye değmezdi, kız nefret etme gücünü kaybetmişti; hatta aslında içsel değerin yalnızca üstü örtülü bir kabulü olan o çocuksu nefret, şimdi mutlu bir şaşkınlığa, yeniden buluşmanın keyfine, karşısındakini takdire, yarı istekli yarı isteksiz ama yine de karşı konulamaz bir çekime dönüşmüştü ve bunların hepsi de karşılıklıydı. Uzun bir uzaklaşma, oldukça uzun sohbetlere vesile oldu. O çocuksu akılsızlıklar bile artık bilinçlenmiş kişilerin şakalı hatırlamasına yaradı ve sanki o tuhaf nefreti en azından dostça, dikkatli bir davranışla düzeltmek gerekiyordu, sanki o şiddetli yanlış tanıma, artık telaffuz edilmemiş bir kabul etme olarak kalabilecek gibiydi.
Erkeğin açısından her şey, anlayışlı, arzu edilen bir ölçüde kaldı. Konumu, şartları, çabası, hırsı onu yeterince uğraştırıyordu ki o güzel nişanlı kızın dostluğunu teşekküre değer bir armağan olarak gönül rahatlığıyla karşıladı; bu yüzden de bu dostluğu kendiyle ilişkilendirmedi ya da onu üstelik kendisinin de iyi bir ilişki içinde olduğu damada çok görmedi. Oysa kızda durum bambaşka görünüyordu. O, kendini sanki bir rüyadan uyanmış gibi görüyordu. O genç komşusuna karşı şiddetli mücadelesi, aslında içinde ortaya çıkan şiddetli bir tutkuydu. Hafızasında onu her zaman sevdiği gerçeğinden başka bir şey yoktu. Elde silahlarla o düşmanca arayışı hatırlayıp gülümsedi; erkek onun silahını aldığı zaman hissettiği tatlı duyguyu hatırladı; onu bağladığı zaman en büyük mutluluğu hissettiğini hayal etti ve onun zararı ve üzülmesi için giriştiği her şey, kendisine yalnızca onun dikkatini çekmek amaçlı masumane araçlar gibi geldi. O ayrılığa lanet okudu, içinde bulunduğu uykuya acıdı, o süreduran, rüya gören alışkanlığa yuh dedi, çünkü bunun yüzünden böylesine önemsiz bir nişanlısı olmuştu; kız değişmişti, iki yönlü değişmişti, ileriye ve geriye doğru, nasıl alırsanız öyle.

Duygularını tamamen kendisine sakladı ama herhangi birisi onun çok gizli tuttuğu duygularını geliştirip onunla paylaşabilseydi ona kızmazdı. Damat onları yan yana gördüğünde komşuyla karşılaştırılmayı kaldıramazdı. Biri belli bir güven yaratıyorsa, öbürü tam güven uyandırıyordu; biri yanında gezdiriliyorsa, öteki tam anlamıyla bir yol arkadaşı olarak arzu ediliyordu; hele daha yüksek vaatler, sıra dışı durumlar düşünülüyorsa, damat şüphe uyandırırken, öteki tam bir emniyet sağlardı. Kadınlarda bu tür farklılıkları sezme yeteneği vardır ve onlar bu yeteneği geliştirmek için sebep ve fırsat sahibidirler. Güzel nişanlı kız bu tür düşünceleri kendi kendine gizlice besledikçe, etrafında nişanlı olduğu adamın lehine konuşacak, kıza görevini hatırlatacak birisi ihtimali azalıyordu; değiştiremeyeceği zorunlu gelecek  onu ne kadar sıkıştırıyorsa, tutkusuna o kadar kaptırıyordu kendisini.

Şimdi genç adamın hemen yola çıkması söz konusuyken, öyle görünüyordu ki sanki kızın o eski çocuksu ruhu bütün hileleri ve şiddetleriyle yeniden uyanmıştı ve hayatın daha yüksek bir basamağında, daha güçlü ve daha yıkıcı kötü niyetlerle donanmış gibiydi. Kız, ölmeye karar verdi; amacı, vaktiyle nefret ettiği, şimdi ise çok sevdiği erkeği kayıtsızlığı yüzünden cezalandırmak ve o kendisine sahip olmak istemezken, hiç olmazsa hayal gücüyle, pişmanlığıyla ebediyen kendine bağlamaktı. Kızın ölü imgesi ona yapışacak ve bundan kurtulamayacaktı. Kızın kendisine karşı duygularını incelemeye ve anlamaya çalışmadığı için hayatı boyuna kendini suçlayacaktı. Bu tuhaf çılgınlık kızın peşini bırakmadı. Kız bunu çeşitli biçimlerde sakladı. Ve kız her ne kadar insanlara acayip gelmeye başlasa da hiç kimse bunun hakiki sebebini keşfedecek kadar dikkatli ya da akıllı değildi. Bu arada dostlar, akrabalar, tanıdıklar çeşitli eğlenceler düzenlemekten yorulmuşlardı. Hiçbir gün geçmiyordu ki yeni ve beklenmedik bir şey yapılmamış olsun. Etrafta neşeli partiler için süslenmemiş yer kalmamış gibiydi. Bizim komşu gencimiz de ayrılmadan önce kendi davetini düzenlemek istedi ve genç çifti küçük bir aile grubuyla birlikte bir yat sefasına davet etti. Büyük, güzel, hoş süslenmiş bir yata binildi. Bu, küçük bir salonu ve birkaç odası olan ve suda da karadaki rahatlığı sağlamaya çalışan yatlardan biriydi.

Büyük nehrin üzerinde müzik eşliğinde yol alıyorlardı. Topluluk, günün çok sıcak zamanında düşünce ve şans oyunlarıyla eğlenmek için aşağıdaki mekânlarda toplanmıştı. Hiç boş oturmayan genç gemici, dümenin başına geçip yerinde uykuya dalan yaşlı gemi ustasını azat etti. Az önce, iki adanın, nehir yatağını daralttığı ve düz çakıl kıyılarını her iki yanda içeriye doğru uzatarak tehlikeli bir su yolu oluşturduğu yere yaklaştığı için çok dikkatli olması gerekiyordu. Dikkatli ve keskin gözlü dümenci, ustayı uyandırmayı neredeyse deneyecekti ki kendine güven duydu ve boğaza doğru sürdü. O anda başında çiçekten tacıyla güzel bir kadın üst güvertede göründü. Başındaki tacı çıkarıp dümenciye fırlattı. “Bunu hatıra olarak al,” diye bağırdı. Erkek, “beni rahatsız etme!” diye haykırdı tacı yakalarken onun yüzüne: “Bütün gücümü ve dikkatimi toplamam gerekiyor.” “Seni bir daha rahatsız etmem,” diye bağırdı öteki. “Beni bir daha görmeyeceksin!” Bunu söyleyip yatın ön tarafına koştu ve oradan suya atladı. Bir iki bağırış duyuldu: “Kurtarın! Kurtarın! Boğuluyor!” Dümenin başındaki, korkunç bir çaresizlik içindeydi. Gürültüden, yaşlı gemici uyandı, gencin ona uzattığı küreği yakalamak istedi; ama mürettebatı değiştirme zamanı değildi: Yat kıyıya yanaştı ve tam o anda üstündekileri fırlatarak suya atladı ve o güzel kızın peşinden yüzdü.

Su, onu tanıyan ve onunla nasıl ilişki kuracağını bilen kimse için dost bir elementtir. Su, o an içinde yüzen adamın ustalığını kabul etmiş ve ona boyun eğmişti. Önünde sürüklenen güzele ulaşır ulaşmaz onu yakaladı ve suyun üstüne çıkarmayı başardı; her ikisi birden akıntıyla hızla sürüklendiler, dar boğazı ve adacıkları arkalarında bırakıncaya kadar ve nehir tekrar geniş ve rahat akmaya başlayana kadar. Genç adam kendine geliyordu, şuursuzca hareket ederek kurtulmaya çalıştığı o ilk tehlikeyi atlatmışlardı; yukarıya kaldırdığı başıyla etrafına bakındı ve gücü yettiğince nehre uygun bir şekilde açılan düz, çalılık bir yere doğru kulaç attı. Orada güzel yükünü karaya çıkardı; ama onda hiçbir hayat belirtisi yoktu. Çaresiz hissediyordu; sonra çalılıkta üstünde daha önce yürünmüş bir patika gördü. Kıymetli yükünü tekrar sırtladı, az sonra bir ev görerek oraya ulaştı. Orada iyi insanlar, genç bir evli çift buldu. Kazayı, kötü olayı hızla anlattı. İstediği bütün ilaçlar bulundu. Parlak bir ateş yanıyordu; bir sedire yün örtüler yayıldı; kürkler, deriler, ısıtan ne varsa çabucak getirildi. Burada kurtarma merakı başka her şeyi aşıyordu. Yarı katılaşmış bu güzel çıplak bedeni tekrar hayata kavuşturmak için hiçbir şeyden kaçınılamazdı. Başarıldı. Kız, gözlerini açtı, o eski dostunu gördü, boynuna o güzel kollarını doladı. Uzun süre böyle kaldı; bir yaş seli geldi gözlerinden ve bu, onu tamamen kendine getirdi. “Beni terk etmek mi istiyorsun,” diye bağırdı, “seni böyle tekrar bulmuşken?” “Asla!” dedi erkek, “asla!” ve bilmedi ne söylediğini, ne yaptığını. “Şimdi sadece kendini düşün,” diye ekledi adam, “kendini! Kendin için ve benim için kendini düşün!” Kız şimdi kendine geliyordu ve ancak şimdi içinde bulunduğu durumun farkına vardı. Sevgilisinin, kurtarıcısının önünde utanamazdı; ama kendine bakması için onu rahatça bıraktı, çünkü erkeğin üstündeki her şey sırılsıklamdı.

Kendilerini eve alan genç çift aralarında konuştu: Erkek bu gence, kadın da bu güzel kıza, bir çifti baştan aşağıya giydirmek için hala asılı duran düğün kıyafetlerini verdiler. Kısa sürede bu iki maceracı, yalnızca giyinmiş değil, süslenmişlerdi. Şahane görünüyorlardı, birbirlerine hayretle baktılar, yaklaştıklarında sınırsız bir tutkuyla ve yine de kıyafetlerine yarı gülümseyerek birbirlerini sımsıkı kucakladılar. Gençliğin gücü ve aşkın ateşi onları birkaç saniye içinde tamamıyla kendine getirdi ve dansa davet için yalnızca müzik eksikti.

Kendilerini sudan karaya, ölümden hayata, aile çevresinden yabana, çaresizlikten hayranlığa, ilgisizlikten sevgiye, tutkuya gelmiş bulmak, hepsi bir anda olmuştu; insanın bunu kafası almıyordu, sanki çatlayacak ya da altüst olacak gibiydi. Eğer böylesi bir şaşkınlığa katlanılacaksa o zaman kalp en iyisini yapacaktı.

Birbirlerinin içine iyice gömülmüşken ancak bir süre sonra geride bıraktıkları insanların korkusunu, sıkıntısını düşünebildiler. Ve onlarla tekrar nasıl karşı karşıya geleceklerini korkmadan, sıkılmadan düşünemediler. “Kaçalım mı? Saklanalım mı?” dedi genç. Onun boynuna sarılmışken “Birlikte duralım,” dedi kız.

Yatın karaya vurduğunu öğrenen bir köylü, daha soru sormadan sahile koştu.

Yat nehirde yavaşça geliyordu, daha öncesinde büyük zahmetlerle karadan kurtarılmıştı.

Şimdi meçhule doğru gidiliyordu kaybolanları bulmak umuduyla. Kıyıdaki köylü bağrışlarla, işaretlerle gelenlerin dikkatini çekip uygun bir yanaşma yerinin bulunduğu bir yere koşup bağırmaya, işaret etmeye devam edince yat kıyıya döndü. Karaya çıkışları ne manzaraydı! Önce her iki nişanlının anne babaları kıyıya koştu; aşık damadın neredeyse aklı başından gitmişti. Sevgili çocukların kurtarılmış olduklarını yeni öğrenmişken onlar o tuhaf kıyafetleriyle çalıların içinden çıktılar. Çok yakına gelmeden onları tanıyamadılar. “Kimi görüyorum?” diye bağırdı anneler. “Ne görüyorum?” diye bağırdı babalar. Kurtarılmış olanlar onların önüne attılar kendilerini. “Çocuklarınızı!” diye haykırdılar, “Bir çifti!” “Bağışlayın bizi!” dedi kız. “Bize hayır duanızı bağışlayın!” dedi genç adam. Herkes şaşkınlık içinde dona kalmışken. “Hayır duanızı!” bağırışı duyuldu üçüncü kez ve bunu kim esirgeyebilirdi ki onlardan?


Goethe-Seçici Yakınlıklar, Çeviren: Gürsel Aytaç