Pazar

Monster: Bir Çocuktan Canavar Yaratan Karanlık

Bundan sonraki bir iki "post"ta biraz tehlikeli ve "hassas" sularda yüzeceğim. En son nasıl bir yargıda bulunmam gerektiğini benim de bilmediğim bir konu: Eğitim veya insan yetiştirme. Ama esas meseleye gelmeden önce, bu yazıda, özünde "eğitim" konusuna teğet geçer gibi görünen ama bence önemli imalar içeren bir epik öyküden bahsetmek istiyorum: Monster


Monster 74 bölümlük bir anime (Naoki Urasawa'nın aynı adlı mangasından birebir uyarlama). "Eyvah!" seslerini duyar gibi oluyorum. Evet, önünde sonunda bir anime, ama benim için Monster; Suç ve Ceza, Blade Runner, Tutunamayanlar, Yedi Deliler, Ayna düzeyinde, insan varlığının en derinlerine gitmeye çalışan bir yapıt (Şimdi de "Oha!" sesleri çınlıyor kulağımda). Monster'da doğaüstü bir canavar filan yok. 1980'ler Almanya'sında çok başarılı bir beyin cerrahının, bir gün bir çocuğun hayatını kurtardıktan sonra başına gelenleri anlatıyor. Tanıtım yazılarında başarılı değilim ve bu tip şeylerden bahsederken öykünün tadını, ilerde izlemek isteyenler için kaçırmak istemediğimden ayrıntılara girmeyeceğim.
Başlıktaki sözü hatırlamışsınızdır. Rakel Dink'e ait. Bu sözü başlığa demagoji olsun diye koymadım. Animenin baş kahramanlarından biri, çocuklardan salt nihilist kötü varlıklar yaratmaya çalışan bir eğitim projesinin kurbanı. Ama buradaki "eğitim" meselesine daha sonra değineceğim. Öncelikle burada, bu animedeki canavarın niteliğine değinmek istiyorum.
Bu niteliğe "tekinsiz kötülük" kavramı yakışıyor (tekinsiz, güvenilirden çok muammalı anlamında; güvenilir kötülük diye bir şey olmaz zira). Bu tekinsizliğin temelinde, kendini dünyada var edemeyeceğinin, isminin unutulup gideceğinin bilincinde olmanın korkusu yatmakta. Bu nedenle bu tekinsizlik kolayca saf nihilizme düşüp bütün dünyayı karşısına almaktan çekinmez bir hale gelebiliyor. Kendisinden hiçbir iz bırakmamak için her şeyi yok etme arzusu, bir çeşit tersine intihar. Schelling, çok acayip makalesi "İnsanın Özgürlüğü Üzerine"de, sahici kötülüğü, evrenin düzeni kurulurken, dünyada kendisine varolma hakkı tanınmamış olanın kendini var etme çabası olarak tanımlar. Örneğin kanser hücresi yok ederken aslında var olmaya çalışmaktadır.Ve Schelling'in vurucu tespitine göre, bu evrenin düzeni kurulurken, bu düzenin ışığı aslında kökensel olarak kendi bastırdığı ikizi olan karanlıktan kendisini görece olarak kopararak varolmak zorundadır. Ama bu kopuş sadece görecelidir: Bizim klasik karanlığa karşı ışık metaforu değildir burada söz konusu olan; ışığın özü bizzat karanlıktır, ve karanlığa ışık tutulduğunda, karanlık yok olmaz, sadece ortadan kaybolur.  Karanlık kendisini sürekli var etme, "ben buradayım" deme çabasında, Hegel'ce söylersek, kendisinin tanınması arzusundadır. Diğer taraftan ışık, varolan düzen ve insanın özbilinci, kendi varlığının eksiksiz olmadığını, kendi varlığının imkanı için her şeyin başında bir olduğu karanlığı bir kenara bırakmak zorunda olduğunu bilir. Kendi sonlu varoluşu, ölümlülüğü de aslında burada temellenir ve Schelling olayı genelleştirerek, doğada devamlı bir melankolinin hüküm sürdüğünü, bunun da, doğanın kendisini yarım olarak hissetmesinden kaynaklandığını söyler. Yani aslında o da bilip bilmeden kendi diğerini aramaktadır. Schelling'e göre, insan bilinci ortaya çıktığında, karanlık da kendisini ilk defa tinsel-zihinsel boyutta ifade etme imkanı bulur. Ve olaylar, şimdi artık detaylarına girmeyeceğim acayip boyutlara yelken açar.
Bu Schellingci öykü, Monster'ın içinde geçen bir masalda olağanüstü bir şekilde anlatılmış diye düşünüyorum. İsmi olmayan canavar: http://www.youtube.com/watch?v=nk8Il0gKhig Bu videodaki hikaye, anime içinde bir anime. Esas hikayedeki ikizlerin metaforik bir anlatışı ama esas hikayedeki ikizlerin meselesine burada değinmeyeceğim, çünkü ola ki izlerseniz bütün tadı kaçar.
Şimdi başlığa geri dönerek bir ayrım yapmamız gerektiğini düşünüyorum. "Çocuktan bir canavar yaratan karanlık"ın iki boyutu var. Bu karanlık, o toplumun işleyişindeki bozukluklarda, eğitim ve etik sisteminde olabilir. Çocuğun iç dünyasını biçimlendiren, onu "canavarlaştıran" bir karanlık olabilir. Ama bu tek başına alındığında, insana bir özgürlük tanımayan bir boyut. Diğer yanda, insanın bizzat varoluşuna dair olan bir karanlık var: Bu tam Hegel'in "dünyanın gecesi" kavramıyla anlatmaya çalıştığı bir karanlık: "İnsan bu gecedir, yalınlığı içinde her şeyi kapsayan bu boş hiçliktir ... Bir insanın gözlerine bakıldığında -korkunç bir haldeki bu gece görülür." Bu karanlık varoluş, bilincinin en derinlerinde yerini almıştır: Ölüp gideceğinin, isminin silineceğinin, bütün anılarının, ruhunda biriktirdiklerinin, en derin acıları ve hazlarının "yağmurdaki gözyaşları gibi" akıp gideceğininin derin bilgisidir. Sadece kendi öznel varoluşunun değil, çevresinde her şeyin kurgulanışının bir anlık farkındalığıdır, bu kurgunun öncesi ve sonrasına dair sahip olduğu muammadır, yani tekinsizliktir. Buradaki iki karanlık ayrımı önemli, çünkü sadece birincisi ele alındığında, çocuğun öznelliği salt bir saf çocukluk imgesine indirgenirken, hem özgürlüğü (buna kötülük yapma özgürlüğü de dahil) elinden alınıyor hem de çocuk aslında esas olarak manipüle edilebilir bir varlık olarak kurgulanıyor. 
Monster'a dönersek, bu yapıtı bu kadar güçlü yapan esas unsurlardan biri, bu iki boyutu iç içe örerek anlatması.Olağanüstü karakterler ve öykülerle, öykü içinde öykülerle, hem toplumun yozlaşması hem de insanın içindeki doldurulamayan varoluşsal boşluk arasındaki ilişkiyi birbirine bağlamak gibi çok zor bir işin üstesinden geliyor. Elbette bu 74 bölümlük epik yolculukta daha pek çok şey var, ama bundan sonra yazmak istediğim "eğitim şart" ve "insan yetiştirme" konusuna böyle acayip bir giriş yapayım dedim.